23 Haziran 2016 Perşembe

hayaller alaska gerçekler caddebostan... (nazar?)


ağustos...

sevgiliyle çok önceden planlanmış bir tatil... son anda gelen bir iş yoğunluğu... birden ortaya çıkmış sebepsiz bir kaşıntı... derini yüzeceğiz deseler kabul edeceğim, o derece... atarax bulamazsam uyuyabilmek evdeki içkileri şişeden tüketiyorum... öğlen uyanıp çalışıyorum, akşam üstü deniz kenarında çalışıyorum... bir keyif yapayım yapayım diyorum, kaşıntı geri geliyor, sinirden ağlatan bir kaşıntı...

ekim...

bir kankita düğünü... fıstık gibi olmuşum kuaförden sonra... sevgili evde bekler, tahinli çörek almış, çay koymuş, yiyip içip düğüne gideceğiz. bir yedek çorap alayım diye düğün için, markete gidiyorum kuaförden çıkıp. çorap yok. neyse, kaçarsa kaçsın çorap... marketin merdivenlerinden inmeye gerek kalmıyor, 5 basamak aşağı uçuyorum. sağ yanak bir mandalina kadar şişiyor, renkse göz makyajımdan daha koyu bir renge çalmış... kaburga kırık... sol omuzda iç kanama, ödem... düğün öncesi bir acil ziyareti... sonraki aylar fizik tedavi vs...

kış boyunca iyileşiyorum, gittiğim doktorlara "aman çabuk, sezona yetişmem lazım, dalış var" diyip darlıyorum hepsini. sonunda mayıs ayı geliyor.

ilk dalış... bir anda dönmeye başlıyorum... sonra bir de yanık... yine bir acil ziyareti, zehir bir tatil...

bir süre tedaviden sonra sezonun ilk kömürü.. yine vertigo... ve dalış hepten yasaklanıyor.

ona da neyse.. önümüzde güzel günler var diyoruz... koskoca amerika turu bizi bekler dimi?

alaska, kuzey ışıkları, seattle ormanları, new york sokakları... derken çattt... vize reddi.

yani nazar değmesin diye kedimizin bile fotoğrafını paylaşmaz olduk.

bilmiyorum ben olsam benim bindiğim uçaklara binmezdim. bundan sonra deklare mi etsem ne yapsam...




10 Mayıs 2016 Salı


-dalışlarda tanışıp evlenen çok..
-zaten iki insan dalış ortamında, birbirlerinin en iğrenç hallerini görmelerine rağmen beğenebiliyorlarsa birbirlerini, evlensinler.


demişim 2010 senesinde...hayat ne tuhaf...

20 Ağustos 2015 Perşembe

o gün bugün

şimdi...

sevgili beni yargılayan insan... "bu defteri kapatamadın gitti" diyen, "move on" diyen, "bak hayatında ne güzel bir adam var" diye, sanki ben o adamın ne kadar güzel olduğunu ve kıymetini bilmiyormuşum gibi beni suçluluk duygusuna boğan insan-lar...

şöyle başlayayım... siz hiç aşık oldunuz mu? "tabii ki" diyeceksiniz... işte ilk empati noksanlığınızın kendi kendinize itirafı... peki... aylarca yüzünü göremeyeceğinizi bildiğiniz, ama bekleyeceğinizden emin olduğunuz, çünkü "the one" dediğiniz adam, sizin için tüm hayatını değiştireceğini söyleyip, "ben seninle yaşlanırım" dedikten kısa bir süre sonra sorumluluk alamayacağı gerekçesiyle hayatınızdan temelli çıktıktan bir süre sonra, tüm o sorumlulukları başka bir kadın için alıp, hayatını değiştirdi mi? beyninizi yiyen sorularla, özgüveniniz her geçen gün azalarak bitti mi? "neden, bende olmayan ne var, neden yalan söyledi..."

şimdi susun, beni gerçekten seviyorsanız sadece yanımda olun. oflayıp puflamak... "hala mı?" demek... yardımcı olmuyor.

bugün "ben kimseyi bu kadar çok çok çok sevmedim" diyen adam evleniyor. 

evliliğe, aşka olan tüm inancımı ve isteğimi yıkıp, eskiden olduğum kişiyi öldüren adam yeni bir hayat kuruyor.

öfkenin böyle bir boyutunu yaşamadıysanız, şimdi susun, sessizce dağılın. 



22 Haziran 2015 Pazartesi

-seni kim üzdü böyle?
-beni kim öldürdü?

10 Şubat 2015 Salı

öyle özlemişim ki seni... uyanacağımı farkettiğim anda başladım ağlamaya zaten muhtemelen, daha çok konuşmak istedim, salonumdaki o kanepede güneş doğana kadar sen gittiğinden beri neler olduğunu anlatmak istedim. biliyorum yine bana "salak!" diyecektin, olsun, hakediyorum. hayatta olsan en çok buna gülerdik, hala. ve olsun, ben hep salak olsaydım, sen yaşlanana kadar yanımızda olsaydın. ama sen o hiç yaşlanmayacak olanlardandın zaten. aslında tüm diğer erken gidenler gibi... bir de "aman be!" var, bir şeye üzülecek olursam, suratını buruşturup, tokat gibi çarpardın o "aman be!"yi... ve ben gülerdim, içimden kızardım, ama gülerdim.
rüyama neden girdiğini biliyorum, sadece özlediğim için ağlamadım sabaha kadar, içimde bir yerlerde hissettim o nedeni, düşünmek istemedim, uyumak istedim, uyuyamadım. ama rüyalarda insanı iyileştiren bir şey var, bu yüzden acıtıyor bu kadar. önemsemediğin bir yarayı daha çok açıyor ki sen oradan bir ders çıkar, ya da yolunu değiştir, ya da kabullen, ya da konu her neyse...
deli kadın, "sakın gideyim deme" demiştim, dinlemedin beni..

7 Şubat 2015 Cumartesi

hayvanat bahçelerine, sirklere, akvaryumlara gidip, fotoğraf çektiren insanlardan nefret ediyorum.
yanlışlıkla ömür boyu hapse mahkum edilmiş masum bir insanın durumundan zevk alırcasına yanına gidip "pardon bir fotoğraf çektirebilir miyiz?" demek kadar absürd ve acımasız, zaten hayır deme şansı yok.. akşam akşam... yine tipik kendimi ifade sorunsalı.. belki biraz alkol olsaydı, değil mi? ama alkol de kendini ifadede bi overdose ve yanlış adres gibi etkilere yol açtığından -ki aslında doğru adres odur-, içimdeki panter emeli uyandırıp, öfkemi kendim yerine, hayvanları seviyor gibi yapıp aslında yaşam haklarına saygı duymayan insan müsvettelerine yönlendirmek, bir nebze içimi rahatlatacaktır. zaten hayvanları kendimden çok seviyorum, değil mi? bi kaç gündür de uyandığımda kendimi kocaman peluş bir köpekbalığı olan nori'ye sarılmış bulup, yaşımı sorguluyor olmam da ondandır değil mi? ne de olsa nori'yi istesem de acıtamam, bence ilişkilerimi cansız nesneler düzeyinde tutmam tüm
evrenin ve insanlığın hayrına olacaktır.
ha esas öfke objem olan, tüm hırsımı aldığım, dönüp dolaşıp her seferinde görünmez bir çekiçle kafasına vurup, küfürler yağdırdığım en büyük düşmanım olan kendimle ilişkimde bu cansızlık problem yaratır mı..



*nori nordic'ten gelir. 

5 Ocak 2015 Pazartesi

normal




kar bugün geliyor. garip değil mi? her şeyin normale döneceğine inanmak için bir sebep daha olmuş oluyor.. ve son kar bekleyişimden beri yazmamış olmam, karın yağacağı zamanda yazacak sebebimin olması kadar manidar.

hem dünyada kırılamayacak kabuk yoktur, değil mi?

ve yaşam, aslında, kabuklar kırılmadan başlamaz.