15 Eylül 2010 Çarşamba

going the distance



sinemaya gitmeyeli uzun süre, biriyle gitmeyeli daha da uzun süre olmuş, bu hafta sonu farkettim.

aldığım davet üzerine ckm'nin "love seat"lerinde oturmak üzere, bol patlamış mısırlı, bol kahkahalı, gizli gizli ağlamalı bir şekilde bu filmi izledik.

- sen de mi ağlıyorsun?
- hıhı (ühühü)(burun sümkürmeleri)

en baştan zaten hemcinsim olan canım kankamın neden "love seat" aldığını anlamadım..sağımızda solumuzda sevgililer bir keyif içinde filmi izlerken, öpüşürken, sarılırken, o beraber olduğu ama uzaktaki sevgilisini, bense eski sevgilimi, bir süredir aklımda olan mr.m'ı, ve henüz tanışmadığım "the one" ı düşünerek biraz mendil tükettik.

filmin en bomba yanı benim açımdan "top gun" temasıydı.zaten başlangıç jeneriğinde bir uçak animasyonu bir oraya bir buraya uçarken sordum beyz'e, "bu ne lan, pilot falan mı esas oğlan?", değilmiş..meğersem uzaktan uzağa yürütülen bir ilişki olduğu için uçak varmış.her neyse..ama film başladıktan kısa süre sonra, esas oğlan ve esas kız eve giderler.duvarda top gun posteri..meğersem esas oğlan top gun hayranıymış.biz orada patladık tabii..ve dahası, bunlar öpüşmeye başlarken esas oğlanın ev arkadaşı tarafından patlatılan "take my breath away" bizi kendimizden geçirdi.

drew barrymore'un giyimine bir fena hayran kaldım.zayıflamaya karar verdim, ama sonra geçti.

ah çok güzeldi..aşk falan ne güzel şeymiş..ne kadar uçucu bir de..

dün wheneverland kankam sulu gözleriyle "kanka alfred hitchcock kutumu açtım" dediği anda yine o ara sıra gelen, kovulamayan, tasvir edilemeyen hüzün bağladı içimi."o kutunun içinde siz de varsınız"...yeah i know, whatever..da değil işte.ve yine klasik, bir daha bunları yaşayamayacağımız korkusuyla yüzleştik.korku da değil, belki çok gerçek.

alanis ablamdan bir bukle (ya da kuple?)..

"that I would be good even if I did nothing
that I would be good even if I got the thumbs down
that I would be good if I got and stayed sick
that I would be good even if I gained ten pounds

that I would be fine even if I went bankrupt
that I would be good if I lost my hair and my youth
that I would be great if I was no longer queen
that I would be grand if I was not all knowing

that I would be loved even when I numb myself
that I would be good even when I am overwhelmed
that I would be loved even when I was fuming
that I would be good even if I was clingy

that I would be good even if I lost sanity
that I would be good
whether with or without you"

13 Eylül 2010 Pazartesi

berbat günler geceler..

hele ki siyasi meselelere en azından burada girmek istemiyorum.

günlerdir uyumakta zorlanıyorum, uyanmakta zorlanıyorum, uyursam ya berbat ya rahatsız edici güzellikte rüyalar görüyorum.bu ara hayatımdan nefret ediyorum -buna şükür demeyi hiç bir zaman ihmal etmeden..

bir de mutsuz yürürken üstüme yavru bir kedi koşup ayaklarıma dolandı.kucağıma aldım sevdim..sonra bıraktım..takip etti bir süre.ve ağladım.

hikaye bu kadar değil..eski sevgili ve yanında görmekten rahatsız olunan, kızılamayacak kadar düzgün ve sempatik bir bayan da var..ama ne olmuş yani değil mi..benim aklımda da kızılamayacak kadar sempatik ve düzgün biri var..nüans farkı : "yanında" - "aklımda"..

sol gözüm yine ağrımaya başladı bak.

10 Eylül 2010 Cuma

bir mesajla ayılmak..bir mesajla dağılmak..

bir insanın sesini özlemişseniz...bu önemli bir şey..

ve "bunu bana neden yapıyorsun" diye sormak istedim..tabii ki sormadım..sadece nasıl sarhoş olduğumu anlatıp, onu dinledim.daha çok dinlemek istiyorum hala..uzun süredir geçirdiğim en güzel 7 dakika 9 saniyeydi...

hayır bir de şu var..maneviyatımda bu kadar büyük sarsıntılara sebep olmaya hakkı yok.

bugün yine sarhoş olup nasıl terkedildiğimi anlattım (tabii ki ona değil)..ilk defa dinleyen insanlara şaka gibi geldi.ve o gün bugündür kim olduğunu bilmediğim bir insana şu şarkıyı söylüyorum :

"don't tear me down for all i need
make my heart a better place
give me something i can't believe..

don't tear it down what's left me
make my heart a better place..."

sadece sesini özlemedim.

7 Eylül 2010 Salı

ilan ediyorum

evet..an itibariyle resmen ilan ediyorum : depresyondayım.

buradan başta beni hala sindiremediğim bir şekille terkeden, 8 ay sonra bulduğu bir kız için beni tehdit ederek milyon kat daha fazla üzmüş olan, her şeye rağmen arkadaş kalmayı başardığım pek değerli insan eski sevgilim, en boktan zamanımda karşıma çıkan, sahip olduğu özelliklerle "hayal erkek" gibi görünen, 8 aydır bir var bir yok olan, tam olaylar raya giriyor sandığım an ortadan kaybolan sevgili b., bu yaz ben tatil yaparken bile çalışan ve tatil yapmayarak beni farkında olmadan da olsa vicdan azabına boğan babama, bir dakika yerinde durmayan, evin altını üstüne getiren, evin ve hayatımın içine eden ama yine de çok sevdiğim köpeğim bozo başta olmak üzere bu süreçte emeği geçen herkese ve her şeye minnet duygularımı sunuyorum.

en büyük dileğim yarın ve öbür gün işlerimi bitirip tatilin geri kalanında sadece uyumak ve böylelikle yemekten kaçmak..

2 Eylül 2010 Perşembe

place to be...

"...now i'm darker than the deepest sea,
just hand me down, give me a place to be."

bu şarkı beni her seferinde tek bir yere götürüyor..esenler otogarı..ne kadar romantik değil mi?dünyanın muhtemelen en çirkin otogarında gecenin 1'inde kalbiniz ağzınızda çarparken dinlediğiniz bir müzik çok uzun bir süre içinizde yer edebilir.

ve sabah gözlerimi açtığımda maviydi her yer..tıpkı kendim gibi..



eceabat'tan çanakkale'ye geçerken uykuluydum, heyecanlıydım, şaşkındım..sürekli olarak kendime oraya sadece 1 kez gördüğüm bir insan için gitmediğimi tekrarlıyordum.aslında doğruydu, önceki yaz da tek başıma aynı yolculuğu planlamış, yer bulamadığım için otobüs biletlerimi iptal etmiştim.hmm şimdi burada bir dur..çanakkale ayrı bozcaada ayrı..çanakkale'de kalmadan bozcaada'ya gidemez miydim..işte esas mesele burada başlıyor sanki..ben hep gitmek isterim, kimseye, ama her yere...ama burada kabul etmem gereken bir şey var ki, evet onu bir kez daha görmeliydim.

çanakkale'ye adım attığım anda her an onu görebilecekmişim gibi heyecanlıydım ve utanıyordum.sanki onu görmek istemem, oraya onun için gitmiş olduğumu düşünmesi çok utanç verici bir şeymiş gibi...oysa ki o da biliyordu önceki bozcaada teşebbüsümü, ve bu seyahati konuştuğumuz ilk gün "denk gelirse görüşürüz kendini kasma" özetli konuşmamı..

her neyse..sabahın 7'sinde hayatımda ilk defa gittiğim bir şehrin sokaklarında aval aval etrafa bakınmak, yalnız olmak, baharın kendisi zaten...işte bu şarkı belki de tam olarak o anlara gidiyor, kordon boyunca yürüdüğüm, denize karşı bir çay bahçesinde kahvaltı ettiğim, oteldeki odamın boşalmasını beklerken sokak sokak gezdiğim anlar...ve karşımda d.onanma çay bahçesini gördüğüm an, sanki d.onanma gerçekten orda sanıp, gerisin geriye oradan kaçtığım an..



ve sonunda otele gittim..küçücük, ideal pansiyon odaları gibi döküntü..ama o an sevemeyeceğim hiç bir oda yoktu, çünkü aslında önemli olan odanın nasıl olduğu değil, nerede olduğuydu..geldiğimi haber vermek için belki yarım saat çabaladım, sonunda aradım ve açmadı.biraz uyuyayım dedim..meraklı anne ve arkadaşlarımın telefon tacizlerinden sonra az biraz uyuyakalmıştım ki o esas telefon geldi.o gün belki görüşemeyecektik, ne de olsa cumartesi yine orada olacaktım, en kötü ihtimal buydu..

ve bütün gün sokak sokak gezdikten sonra, tek başıma tatilin en keyiflerini anlarını yaşarken, tipik turist kebe modunda yola değil havaya bakarak yürüdüğüm için ayağımı burktum.otelin lobisinde kendime gülüp kızarak ayağıma buz koyarken beklenen telefon geldi.."5 dakikalığına da olsa görmek istiyorum seni"..üh...



saat kulesi...güzel bir kule..allah daha güzellerini nasip etsin inşallah, amin.

aslında hiç tanımadığım birine duyduğum bu yoğun hissiyatın iki anlamı olabilirdi..ya eski ilişki yükünden kurtulma çabasıydı, ya da gerçekten 6. hissim kuvvetliydi ve bu insan göründüğü gibi olan, olduğu gibi görünen, içi dışı bir tabir ettiğimiz, hoşlanmak için detaylı incelemeye tabi tutulması gerekmeyen sade bir vatandaştı.aradan bunca ay ve olay geçtikten sonra şimdi düşününce birinci seçenek daha doğru geliyor.çünkü bu sade vatandaş gerçekten istediği kadar sade olsun, tam bir kapalı kutuydu.konuştukça tanıdıkça "acaba"ları arttıran biri için içi dışı bir demek ve hislerin gerçek olduğunu düşünmek biraz kendini kandırmacaya giriyor bence.
her neyse..





sonra bozcaada, ve sonra tekrar çanakkale..

çanakkale'nin son gününün fotoğrafı aşağıda..bir çok olasılık vardı kafamda, ama oradan beni dönüş yolunda ağlatacak kadar büyük bir hisle döneceğim aklıma gelmemişti.ve ertesi gün "fly from heaven" dinleyerek kendime kızdım..sonra gelen mesajla gülümsedim, sonra tekrar kendime kızdım.






ve aradan bunca ay geçtikten sonra bana sabahın köründe ilk iş bu yazıyı yazdıran hissin ne olduğunu hala bilmiyorum.

kaçış belki de sadece..çünkü her şeyin sonunda gerçek olan tek bir şey var, 4 yıllık sevgilisini bile hiç tanıyamamış biri olarak, sadece 3 kez gördüğüm birinden hoşlanıyor olmam teoride anlamsız.
bazen..bir şekilde...çok istediğiniz ama hiç umudunuz olmayan bir şeyler olabilir..

cuma gecesi en olmak istediğim 2. yerde uyurken mesela bu beklenmedik gelişme için yıldızlara şükrediyor olacağım..e bir de en olmak istediğim 1. yerde neden olamadığım için isyan, ve bir gün olmak için de dua ediyor da olabilirim.

bugün dünya barış günüydü...barış iyidir.her eve lazım..çünkü evde barış, işte barış, yurtta barış, dünyada barış...

bir de küçükken barış'a, "barış boyu 2 karış" derdim.