Dün İstanbul'u neden sevdiğimi öğrendim.Üsküp'te, işimden evime yürürken...
Etrafıma baktım.O an bulunduğum noktaya 15 dakika yürüme mesafesinde olan canlı, kalabalık, sevimli, kocaman bir meydanın varlığını hayal etmeye imkan yoktu, öyle bir yerin varlığından haberdar olmasam.Sanki bütün şehir o an bulunduğum kahverengi cadde gibi, donuk, çamurlaşmış, insansız ve hissiyatsızdı.Işıklarda durdum.Köşesinde durduğum kavşağın bir yanında, Kadıköy rıhtımda yapılan yeni İş Bankası binasına benzeyen, ama biraz daha az çirkin bir bina vardı.Ve o an gözlerimi kapadım.Sol tarafımda deniz ve iskele vardı, biraz ileride leş gibi et kokan büfeler ve etrafında "aç" insanlar...Geriye yürüsem biraz, Beşiktaş iskelesinin önünden geçip, dolmuş durağına gidip, 80 kişilik bir sıra bekledikten sonra caddebostanda inip, sevgilimin evine gidebilirdim.Ve yeşil yandığında ötmeye başlayan o garip sesi duydum...Bip bip bip bip...Sol tarafa gitmem gerekiyordu, ve ben denize doğru yürüdüm, sadece gözlerim ıslandı.
Ve düşündüm...
İstanbul Barselona gibi sadece canlı, Venedik gibi sadece romantik, Hallstatt gibi sadece huzur verici değildi.İstanbul'du işte...Çirkin ama güzel, sıkıcı ama eğlenceli, gri ama renkli...
Ve sonra turuncu evime vardım.Hayallerimde sadece adı turuncu olmayan bir ev vardı.Ben de turuncuydum içinde.Ama bu turuncu evde, sadece koltuklar turuncu, havlular, bardaklar...Ben yine griyim, uzun zamandır hiç olmadığım kadar...
14 Eylül 2007 Cuma
Üsküp
1 Şubat 2007 Perşembe
1.Bekir Coşkun 2.Starbucks
Şimdi ne alaka diyeceksiniz...Ama bugün bana dokunan birbirinden alakasız ve aslında özünde neden dokunduğuyla çok da alakasız olmayan iki yazı okudum.
Bekir Coşkun'un bugün Hürriyet gazetesindeki yazısını okumalısınız.Yarı cahil bir topluma "dert" anlatmaya çalışırken yine email saldırılarına maruz kalmış.İnsanların beyinlerinin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum.Hani cahilini okumamışını geçtim, bire bir konuştuğum, okumuş, kültürlü diyeceğim insanlar arasında bile böyle düşünenleri var.Keşke biri çıkıp anlatabilse neden öyle düşündüğünü.Ama ne zaman böyle düşünen bir insanla tartışmaya girsem, olay hakarete varıyor.Tartışmayı bilmeyip karşısındakine hakaret yağdıran bu insanlara kendi fikrimi anlatamıyor olmak da benim başarısızlığım...
MİLLİYETÇİLİK IRKÇILIK DEĞİLDİR ! Ya da ben Mustafa Kemal'i anlamamışım.
Nedir bu kompleks?Nedir bu üstünlük düşüncesi?Hadi ona da tamam, diyelim öyle düşünüyorsun, farklı olanı katlettiğinde kimden üstün olacaksın, bu ezikliği nasıl doyuracaksın?Bunlara böyle anlatmak lazım herhalde.
İşte Bekir Coşkun da bu konudaki düşüncelerini dile getirmiş yazısında, aslında her zamanki gibi...Ama bugün daha bir dokundu, dünyadan ve olanlardan daha çok nefret ettim.Keşke eylemsizliğim oranında umursamaz olabilseydim...
Gelelim ikinci konuya...Taksim Meydanı'ndaki Marmara Oteli'nin giriş katındaki Kafe Marmara Starbucks oluyormuş.5 milyon dolarlık bir devir parası ödeyerek almış.Ben hayatımda bir kez gitmedim o kafeye, ama özellikle yazın neredeyse her gün gittiğim Caddebostan Schlozskys'in Starbucks olması kadar dokundu diyebilirim.Bahariye'nin boğası vardır, Bağdat Caddesi'nin yine hiç gitmediğim Divan'ı, Taksim'in de Marmarası...Belki Kafe Marmara'dan daha tıklım tıklım olacak, ama artık yürürken adım başı duyduğum kahve kokusundan tiksinir olacağım nereydeyse.Kış günlerinde güzel gelmeli oysa, soğukta yürürken önünden geçtiğin bir kafeden gelen kahve kokusu çekmeli değil mi insanı?Beni itiyor...Bu kadar simgeleşmiş, isimleşmiş bir kahve kültürü beni itiyor.Başlarda Kahve Dünyası'nın da "Starbucks iş yaptı biz de böyle bir işe girelim" düşüncesiyle açıldığını düşündüğüm için, oraya da soğuk bakıyordum.Şimdi tam tersi bu kadar güçlü bir yabancı sermayeyle rekabete girdikleri için takdir ediyorum.Kafenin bile markası mı olur, açayım size bir Başak Kafe hepsi kadar iyi kahve yaparım, ama gelmezsiniz...Çünkü oranın adı Starbucks...NEFRET EDİYORUM !
Şimdi gelelim iki konuyu bağlamaya...Ben sahip olduğu varlığı, ne olduğunu, nereden geldiğini, kültürünü, yaşayışını, herşeyden önemlisi DİL'ini koruyamayan bir toplumun, işine gelince "Milliyetçi" kesilmesini anlamıyorum; kendi milli ve kültürel varlığını korumuş ve iki millet arasında barış köprüsü olmaya çalışmış bir aydın öldürüldüğünde mesela...Belki de budur, bu kıskançlıktır.Bu sığ beyinlerin hiçbiri "ben yapamadım, o yaptı" diyemez.Ama belki bilinçaltında en azından bunun bilincindedir ve kompleksini öldürerek tatmin ediyordur.
Bekir Coşkun'un yazısıyla Starbucks bu yüzden bağlantılı işte, "farklı" diye öldürdükten sonra hayvani dürtülerini Starbucks kahvesiyle dindiren bir toplum yüzünden...
Bekir Coşkun'un bugün Hürriyet gazetesindeki yazısını okumalısınız.Yarı cahil bir topluma "dert" anlatmaya çalışırken yine email saldırılarına maruz kalmış.İnsanların beyinlerinin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum.Hani cahilini okumamışını geçtim, bire bir konuştuğum, okumuş, kültürlü diyeceğim insanlar arasında bile böyle düşünenleri var.Keşke biri çıkıp anlatabilse neden öyle düşündüğünü.Ama ne zaman böyle düşünen bir insanla tartışmaya girsem, olay hakarete varıyor.Tartışmayı bilmeyip karşısındakine hakaret yağdıran bu insanlara kendi fikrimi anlatamıyor olmak da benim başarısızlığım...
MİLLİYETÇİLİK IRKÇILIK DEĞİLDİR ! Ya da ben Mustafa Kemal'i anlamamışım.
Nedir bu kompleks?Nedir bu üstünlük düşüncesi?Hadi ona da tamam, diyelim öyle düşünüyorsun, farklı olanı katlettiğinde kimden üstün olacaksın, bu ezikliği nasıl doyuracaksın?Bunlara böyle anlatmak lazım herhalde.
İşte Bekir Coşkun da bu konudaki düşüncelerini dile getirmiş yazısında, aslında her zamanki gibi...Ama bugün daha bir dokundu, dünyadan ve olanlardan daha çok nefret ettim.Keşke eylemsizliğim oranında umursamaz olabilseydim...
Gelelim ikinci konuya...Taksim Meydanı'ndaki Marmara Oteli'nin giriş katındaki Kafe Marmara Starbucks oluyormuş.5 milyon dolarlık bir devir parası ödeyerek almış.Ben hayatımda bir kez gitmedim o kafeye, ama özellikle yazın neredeyse her gün gittiğim Caddebostan Schlozskys'in Starbucks olması kadar dokundu diyebilirim.Bahariye'nin boğası vardır, Bağdat Caddesi'nin yine hiç gitmediğim Divan'ı, Taksim'in de Marmarası...Belki Kafe Marmara'dan daha tıklım tıklım olacak, ama artık yürürken adım başı duyduğum kahve kokusundan tiksinir olacağım nereydeyse.Kış günlerinde güzel gelmeli oysa, soğukta yürürken önünden geçtiğin bir kafeden gelen kahve kokusu çekmeli değil mi insanı?Beni itiyor...Bu kadar simgeleşmiş, isimleşmiş bir kahve kültürü beni itiyor.Başlarda Kahve Dünyası'nın da "Starbucks iş yaptı biz de böyle bir işe girelim" düşüncesiyle açıldığını düşündüğüm için, oraya da soğuk bakıyordum.Şimdi tam tersi bu kadar güçlü bir yabancı sermayeyle rekabete girdikleri için takdir ediyorum.Kafenin bile markası mı olur, açayım size bir Başak Kafe hepsi kadar iyi kahve yaparım, ama gelmezsiniz...Çünkü oranın adı Starbucks...NEFRET EDİYORUM !
Şimdi gelelim iki konuyu bağlamaya...Ben sahip olduğu varlığı, ne olduğunu, nereden geldiğini, kültürünü, yaşayışını, herşeyden önemlisi DİL'ini koruyamayan bir toplumun, işine gelince "Milliyetçi" kesilmesini anlamıyorum; kendi milli ve kültürel varlığını korumuş ve iki millet arasında barış köprüsü olmaya çalışmış bir aydın öldürüldüğünde mesela...Belki de budur, bu kıskançlıktır.Bu sığ beyinlerin hiçbiri "ben yapamadım, o yaptı" diyemez.Ama belki bilinçaltında en azından bunun bilincindedir ve kompleksini öldürerek tatmin ediyordur.
Bekir Coşkun'un yazısıyla Starbucks bu yüzden bağlantılı işte, "farklı" diye öldürdükten sonra hayvani dürtülerini Starbucks kahvesiyle dindiren bir toplum yüzünden...
18 Ekim 2006 Çarşamba
Hoşgeldim...
Bitirme projesi yapmakla yükümlü bir mimarlık öğrencisinin sıkıntıdan ne yapsam başlıklı gece düşünmesi sonucu yarattığı bir sayfadır bu.Yanlış bir hamle tabii...Ama olan oldu.Hayırlı uğurlu olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)