25 Temmuz 2008 Cuma
Mucize diye bir şey yok...
...en garibime giden de, cenaze sırasında imamın, bu gencecik kadın için "teyze" demesiydi...
26 Haziran 2008 Perşembe
Yaşam/Ölüm
...Ve arasındaki o ince çizgi...
Birden başınız ağrıyor, iki gün sonra bir yoğun bakımdasınız...Gözleriniz açık, birileri sizle konuşuyor, ellerinizi tutuyor, ama kimsenin haberi yok orada ne olduğundan...Ve bir adım sonra neyin geleceğinden...
Ölümden hiç korkmadım, ama konu bir sevdiğim olunca...
Cümle de kuramıyorum, ne denir bilmiyorum.
Bir sırası olsa bu işin...
Mesela bir köprü olsa, ucu olmayan...
Her insan zamanını bilse, ve ölmesi gerektiğinde o köprüden atlasa...Bedeni havada uçarken, ruhu ayrılsa ve hiç acı çekmeden ölse...Ölüm böyle birşey olsa keşke...
Hastaneler, yoğun bakımlar olmasa...Hele ki çocuğunun "iyi" haberini bekleyen yaşlı babalar, anneler olmasa...Ya da 5 yaşında babasız kalan çocuklar...
Bir sırası olsa...
Bir gün hastanede ziyaret ettiğiniz, sizinle "çok iyiyim ya ameliyata falan gerek yok" diyen insanı ertesi gün yoğun bakımda bilinci kapalı yatarken görmek olmasa...
Ve ne gariptir...Odasına girip onla konuştum.Çıkarken odadaki diğer iki hastaya baktım.Dua ettim içimden, inşallah iyileşirler dedim, durumları ondan kötüydü...Ve buna şükür dedim, o gayet iyi...
Belki iyi olacak...Belki yanındayken duymuştur beni...Ve o hastaneden çıkar da, bir mucize eseri bunu okuyabilecek duruma gelir...
Dua etmek böyle birşey işte...Dinden falan bağımsız.Sadece gerçekliğini ve sonucunu bildiğiniz bir durumda, herşeyin üstünde, tıbbın, bilimin, fiziğin üstünde bir şey olsa...Ve o şey karar verse, "ben hata etmişim, bu iyi bir insanmış, hem gençmiş daha, çok da seveni varmış" diyip sihirli değneyi ona doğrultsa, ve o makinalardaki garip sinyaller hareketlens, doktorlar gelip anlamaya çalışsalar, anlamayınca, "tıpta mucizeler oluyor" diyip, bize mutlu haberi verseler...
O mucizeyi bekliyorum işte.
Birden başınız ağrıyor, iki gün sonra bir yoğun bakımdasınız...Gözleriniz açık, birileri sizle konuşuyor, ellerinizi tutuyor, ama kimsenin haberi yok orada ne olduğundan...Ve bir adım sonra neyin geleceğinden...
Ölümden hiç korkmadım, ama konu bir sevdiğim olunca...
Cümle de kuramıyorum, ne denir bilmiyorum.
Bir sırası olsa bu işin...
Mesela bir köprü olsa, ucu olmayan...
Her insan zamanını bilse, ve ölmesi gerektiğinde o köprüden atlasa...Bedeni havada uçarken, ruhu ayrılsa ve hiç acı çekmeden ölse...Ölüm böyle birşey olsa keşke...
Hastaneler, yoğun bakımlar olmasa...Hele ki çocuğunun "iyi" haberini bekleyen yaşlı babalar, anneler olmasa...Ya da 5 yaşında babasız kalan çocuklar...
Bir sırası olsa...
Bir gün hastanede ziyaret ettiğiniz, sizinle "çok iyiyim ya ameliyata falan gerek yok" diyen insanı ertesi gün yoğun bakımda bilinci kapalı yatarken görmek olmasa...
Ve ne gariptir...Odasına girip onla konuştum.Çıkarken odadaki diğer iki hastaya baktım.Dua ettim içimden, inşallah iyileşirler dedim, durumları ondan kötüydü...Ve buna şükür dedim, o gayet iyi...
Belki iyi olacak...Belki yanındayken duymuştur beni...Ve o hastaneden çıkar da, bir mucize eseri bunu okuyabilecek duruma gelir...
Dua etmek böyle birşey işte...Dinden falan bağımsız.Sadece gerçekliğini ve sonucunu bildiğiniz bir durumda, herşeyin üstünde, tıbbın, bilimin, fiziğin üstünde bir şey olsa...Ve o şey karar verse, "ben hata etmişim, bu iyi bir insanmış, hem gençmiş daha, çok da seveni varmış" diyip sihirli değneyi ona doğrultsa, ve o makinalardaki garip sinyaller hareketlens, doktorlar gelip anlamaya çalışsalar, anlamayınca, "tıpta mucizeler oluyor" diyip, bize mutlu haberi verseler...
O mucizeyi bekliyorum işte.
18 Nisan 2008 Cuma
HEPİNİZ SALAKSINIZ !!!!!!
Nereye yazmam gerek bilmiyorum, nereye bağırmam gerek bilmiyorum.Tek bildiğim içimde her geçen gün içinde yaşadığım topluma karşı büyüyen nefret duygusu.Hadi bir taş da bana atın.Keşke atsanız, kim okuyor ki burayı?
Baykal, Gül'ün 23 Nisan resepsiyonuna gitmeme kararı almış, doğru mudur değil midir haberinin altında, her haber için olduğu gibi çok akıllı yorumlar var.Mesela beyni küçüklerden biri demiş ki, -o kadar küçük ki buna oy verme hakkı verilmemeliydi- : "Baykal ülkenin önüne çin setti çekmiş ilerlemesini istemiyor." Ben şimdi ülkenin ilerleyememe durumuyla ilgili suçladığı mercii için mi kızsam, yoksa bu vatansever insanın daha kendi öz dilini bilmemesine mi...Setti diye bir şey yok, seddi'dir o, gerçi okumaz burayı ya neyse içimde kalmasın.
Sonracığıma gelelim bir diğer değerli 47 mensubu arkadaşımızın süper salak yorumuna, demiş ki, Baykal ülkesini sevmiyormuş.E be gerizekalının önde gideni !!! Senelerdir muhalefet yapmaktan bıkmamış, kendisine yapılan her eleştiriye karşı dimdik duran ve devam eden Baykal ülkesini sevmiyor da, kendi milletini kömürle, ekmekle, bilmem ne yardımıyla kandırıp, dini duygularını kullanarak güven kazanıp, topraklarını karış karış yabancılara satan başbakanınız mı seviyor???
Hayır aslında bu gerzeklere herşey müstahak, beter olsunlar da göreyim diyesim gelirdi, bu kadar şanlı bir geçmişimiz, bu kadar yüce bir liderimiz olmamış olsaydı.
Dava açıldığından beri hızlandılar, yasalar geliyor, yasalar gidiyor...Herşey yağmalamaya, gerilemeye yönelik...3 tane lale dikip "yeşil alanları %50 arttırdık" diye slogan yazarlarken, yabancılara satılan villalar, oteller için yağmaladıkları ormanların kesilmesine izin verdiklerini bu salak millet gö-re-mi-yor !
Ha sonra...Tarım alanlarının 1 milyon hektarı mı 1 senede tarım yapan köylüler tarafından terkedilmiş.Üretim gittikçe zayıflıyor.Sonra salak köylü üretim yapamıyor diye söyleniyor.Aman ha kalkıp bana salak köylü dedim diye kıyametleri koparmayın.Atatürk de demiş, "köylü milletin efendisidir".Ama sen köylüyü fakirleştirirsen, üretimini bitirirsen, ve bu canım köylü gelip yine sana oy verirse, salak değildir de nedir?
Böyle aptal bir millet...Ve demokrasi var ülkede.Ne yaparsın...Manken kızcağız "çobanla oyum bir mi?" derken son derece kaba ve yersiz bir açıklama yapmıştı, ama işin özü yalan mı, değil...Ama işin kötüsü çobanla kalsaydı 47 zaten olmazdı, rant peşinde, cebine bakan o kadar çok insan var ki...
Çok sinirliyim.Bıktım artık.Gazete satın almak istemiyorum, ama diğer yandan internet gazetesi okumak, haberlerden çok altındaki yorumlarla sinirlerimi geriyor.
Lanet olsun sizin gibi içi boş insanlara.
Keşke kaçıp gidecek kadar ruhsuz, duyarsız olsam...
Yorumların hiç birine cevap vermeyeceğim.Şimdiden saçma salak yorumlar yazan örümcek kafalılara sesleniyorum, istediğiniz küfrü edebilirsiniz, ama "beğenmiyorsan çek git" lafına karşı tek bir şey söylüyorum :
Bu ülkeyi Atatürk kurdu, ve bu ülke onun devrimlerini devam ettirerek, kendini yüksek medeniyetler seviyesine çıkacak insanlara emanet edildi.Siz ki eğer bu düzeni bozmak, sefalet ve cehalet içinde yaşamak istiyorsanız, buyrun İran miran, sizi bekler.Yok burayı istediğim gibi yapacağım diyorsanız, bilin ki savunacağız.
Baykal, Gül'ün 23 Nisan resepsiyonuna gitmeme kararı almış, doğru mudur değil midir haberinin altında, her haber için olduğu gibi çok akıllı yorumlar var.Mesela beyni küçüklerden biri demiş ki, -o kadar küçük ki buna oy verme hakkı verilmemeliydi- : "Baykal ülkenin önüne çin setti çekmiş ilerlemesini istemiyor." Ben şimdi ülkenin ilerleyememe durumuyla ilgili suçladığı mercii için mi kızsam, yoksa bu vatansever insanın daha kendi öz dilini bilmemesine mi...Setti diye bir şey yok, seddi'dir o, gerçi okumaz burayı ya neyse içimde kalmasın.
Sonracığıma gelelim bir diğer değerli 47 mensubu arkadaşımızın süper salak yorumuna, demiş ki, Baykal ülkesini sevmiyormuş.E be gerizekalının önde gideni !!! Senelerdir muhalefet yapmaktan bıkmamış, kendisine yapılan her eleştiriye karşı dimdik duran ve devam eden Baykal ülkesini sevmiyor da, kendi milletini kömürle, ekmekle, bilmem ne yardımıyla kandırıp, dini duygularını kullanarak güven kazanıp, topraklarını karış karış yabancılara satan başbakanınız mı seviyor???
Hayır aslında bu gerzeklere herşey müstahak, beter olsunlar da göreyim diyesim gelirdi, bu kadar şanlı bir geçmişimiz, bu kadar yüce bir liderimiz olmamış olsaydı.
Dava açıldığından beri hızlandılar, yasalar geliyor, yasalar gidiyor...Herşey yağmalamaya, gerilemeye yönelik...3 tane lale dikip "yeşil alanları %50 arttırdık" diye slogan yazarlarken, yabancılara satılan villalar, oteller için yağmaladıkları ormanların kesilmesine izin verdiklerini bu salak millet gö-re-mi-yor !
Ha sonra...Tarım alanlarının 1 milyon hektarı mı 1 senede tarım yapan köylüler tarafından terkedilmiş.Üretim gittikçe zayıflıyor.Sonra salak köylü üretim yapamıyor diye söyleniyor.Aman ha kalkıp bana salak köylü dedim diye kıyametleri koparmayın.Atatürk de demiş, "köylü milletin efendisidir".Ama sen köylüyü fakirleştirirsen, üretimini bitirirsen, ve bu canım köylü gelip yine sana oy verirse, salak değildir de nedir?
Böyle aptal bir millet...Ve demokrasi var ülkede.Ne yaparsın...Manken kızcağız "çobanla oyum bir mi?" derken son derece kaba ve yersiz bir açıklama yapmıştı, ama işin özü yalan mı, değil...Ama işin kötüsü çobanla kalsaydı 47 zaten olmazdı, rant peşinde, cebine bakan o kadar çok insan var ki...
Çok sinirliyim.Bıktım artık.Gazete satın almak istemiyorum, ama diğer yandan internet gazetesi okumak, haberlerden çok altındaki yorumlarla sinirlerimi geriyor.
Lanet olsun sizin gibi içi boş insanlara.
Keşke kaçıp gidecek kadar ruhsuz, duyarsız olsam...
Yorumların hiç birine cevap vermeyeceğim.Şimdiden saçma salak yorumlar yazan örümcek kafalılara sesleniyorum, istediğiniz küfrü edebilirsiniz, ama "beğenmiyorsan çek git" lafına karşı tek bir şey söylüyorum :
Bu ülkeyi Atatürk kurdu, ve bu ülke onun devrimlerini devam ettirerek, kendini yüksek medeniyetler seviyesine çıkacak insanlara emanet edildi.Siz ki eğer bu düzeni bozmak, sefalet ve cehalet içinde yaşamak istiyorsanız, buyrun İran miran, sizi bekler.Yok burayı istediğim gibi yapacağım diyorsanız, bilin ki savunacağız.
30 Ocak 2008 Çarşamba
Müzik dinlerken "rasgele" modunu kullanmak tehlikelidir aslında, ama bunu, aslında hiç kafanızda olmayan, anılarınızla beraber geçmişe gömdüğünüz uzak bir şarkıyı çaldığında farkedersiniz ki iş işten geçmiş olur.Notalar başlamıştır bir kere, gömülü olan şeyleri teker teker çıkarmaya...Ve her anı, bir mekan, bir insan, bir söz, bir his, beyninizdeki gizli nostalji düğmesine basar.Gününüzü bitirebilecek güçtedir bu nokta, tabii ki bu o anının hayatınızdaki yeriyle alakalıdır.
Ben çok yanlış yerlere gittim, çünkü playerım 2 tane yasaklı şarkıyı üst üste çaldı.Ve ben şu an bir tanesini kendi ellerimle başa aldım.Çünkü böyleydi o zamanlarda da, acı vereceğini bile bile dinlerdim Anathema'nın tüm albümlerini, tüm şarkılarını...Yeter ki içimdeki kronik mutsuzluğuma bir yoldaş bulayım...Diğer şarkıysa, "if you could only see"...Bu grubun bir elemanına aşıktım ve bir mail yazmıştım saçmasapan.Buralarda hiç posterleri olmadığı için bir poster istemiştim.Bir süre sonra büyük boy bir fotoğraf (fotoğraf kağıdına basılmış fotoğraf), üzerinde grubun her elemanının imzasıyla gelmişti.Bu şarkı da bana, böyle küçük şeylerle dünyanın en mutlu insanı olup, platonik aşklar yüzünden karın ağrılarıyla geçen bir dönemi hatırlattı.
Ne güzelmiş...O karanlık barda, birbiri ardına en karanlık şarkıları dinlerken, geleceğe dair kurduğumuz hiçbir plana ülkemizin de beter bir karanlığa bürüneceğini katmamıştık.
Ben bu şarkılarla hayaller kurardım her akşam uyumadan önce.Her şarkının belli yerlerini belli sahnelere denk getirirdim.Kafamın içinde o film oynardı, arkasında kendi seçtiğim bir fon müziğiyle...Bazen o hayal gerçeğe yaklaşırdı, ben kaçardım müziği değiştirerek.
Romantik Bon Jovi şarkılarıyla hayal ettiğim uzak bir "sevgilim" vardı.Bir gün elimi tutup beni sevdiğini söylediğinde, çocukça bir bahane bulup kaçmıştım, ve yol boyunca "Creep" dinlemiştim...Oysa ki vardı öyle bir seçenek, onun sevgi cümlesine karşılık verseydim, arkada Bon Jovi'nin "I want you" su çalmaya başlar ve biz Karaköy sokaklarında aylak aylak el ele yürüyebilirdik.Gerçek olabilirdi, sadece kaçmasaydım...
Herneyse...
O günleri ve o günlerde kurduğum hayalleri özlüyorum.Çünkü uzun zamandır hayal kurmazken, bu aralar perde perde sahneler gelmeye başladı yine gözümün önüne.Sadece savaş ve mücadele var.Başlatacak kadar güçlü olmadığım, ve başlatacak kimsenin olduğuna inanmadığım bir mücadele...
80 sene önce ülkemizden kovulmuş, ve yine hortlamış olan siyah hayaletler...Örtülerinin rengi, şekli değişse de, o karanlık beyinleriyle üzerimize gölge gibi düştükleri bugünlerde, onca defa sevgiden kaçmış olan ben, savaşa gitme hırsıyla doluyorum.
Ben hümanist değilmişim.Hele feminist hiç değilmişim...Kimin eşitliğinden kime sözedebilirim?Bu böceklerin cahil beyinleri tutsaklıktan, bağımlılıktan yana...Ama onlar refah içinde yaşıyorlar, ama tepkisini gösteren başı açık bir genç kız İran'da dövülerek feci şekilde can veriyor.Ceza yine aydınlığa...Çünkü karanlık yönetiyor tüm dünyayı.
Hayallerimde bunlarla savaşıyorum işte...
Bazen bir parti kuruyorum, kısa zamanda büyük güç kazanıp ülkeyi bu adamların ellerinden kurtardığımızı düşlüyorum.
Bazen mezun olduğum üniversitenin önünde binlerce insan toplayıp etten bir duvar oluşturup türbanla okula girmeye çalışanların önünü kesiyorum.
Bazense şiddet içerikli oluyor...Türbanlı bir kadın dolmuşta önüme oturduğunda, türbanını çekip yırtıyorum.
Bazen savaş çıkıyor, ve ben elimde silah orta çağ beyinlerini vuruyorum...
Ne güzelmiş eski hayallerim...
Hiç görmediğim bir gölün üstüne koca bir dalı sarkmış ağacın salıncağında sallanmadan uyumazdım geceleri.Artık aklıma bile gelmiyor...Ay ışığının yansdığı göl ve o salıncak...
Ama zaman mücadele zamanı...Kılını kıpırdatmadan sadece şikayet insanlarız biz.Onlarsa gece gündüz çalışıyorlar.Hepimiz bir kurtarıcı bekliyoruz, çünkü zamanında gelmiş.Sanıyoruz ki yine gelir.Hepimiz birbirimize soruyoruz, "ne yapmalıyız" diye...Bazılarımız ordudan bekliyor, bazılarımız sadece gitme planları yapıyor...Ama sonuç olarak tek ve en güzel yaptığımız eylemi yapıyoruz, durmak...
Ben çok yanlış yerlere gittim, çünkü playerım 2 tane yasaklı şarkıyı üst üste çaldı.Ve ben şu an bir tanesini kendi ellerimle başa aldım.Çünkü böyleydi o zamanlarda da, acı vereceğini bile bile dinlerdim Anathema'nın tüm albümlerini, tüm şarkılarını...Yeter ki içimdeki kronik mutsuzluğuma bir yoldaş bulayım...Diğer şarkıysa, "if you could only see"...Bu grubun bir elemanına aşıktım ve bir mail yazmıştım saçmasapan.Buralarda hiç posterleri olmadığı için bir poster istemiştim.Bir süre sonra büyük boy bir fotoğraf (fotoğraf kağıdına basılmış fotoğraf), üzerinde grubun her elemanının imzasıyla gelmişti.Bu şarkı da bana, böyle küçük şeylerle dünyanın en mutlu insanı olup, platonik aşklar yüzünden karın ağrılarıyla geçen bir dönemi hatırlattı.
Ne güzelmiş...O karanlık barda, birbiri ardına en karanlık şarkıları dinlerken, geleceğe dair kurduğumuz hiçbir plana ülkemizin de beter bir karanlığa bürüneceğini katmamıştık.
Ben bu şarkılarla hayaller kurardım her akşam uyumadan önce.Her şarkının belli yerlerini belli sahnelere denk getirirdim.Kafamın içinde o film oynardı, arkasında kendi seçtiğim bir fon müziğiyle...Bazen o hayal gerçeğe yaklaşırdı, ben kaçardım müziği değiştirerek.
Romantik Bon Jovi şarkılarıyla hayal ettiğim uzak bir "sevgilim" vardı.Bir gün elimi tutup beni sevdiğini söylediğinde, çocukça bir bahane bulup kaçmıştım, ve yol boyunca "Creep" dinlemiştim...Oysa ki vardı öyle bir seçenek, onun sevgi cümlesine karşılık verseydim, arkada Bon Jovi'nin "I want you" su çalmaya başlar ve biz Karaköy sokaklarında aylak aylak el ele yürüyebilirdik.Gerçek olabilirdi, sadece kaçmasaydım...
Herneyse...
O günleri ve o günlerde kurduğum hayalleri özlüyorum.Çünkü uzun zamandır hayal kurmazken, bu aralar perde perde sahneler gelmeye başladı yine gözümün önüne.Sadece savaş ve mücadele var.Başlatacak kadar güçlü olmadığım, ve başlatacak kimsenin olduğuna inanmadığım bir mücadele...
80 sene önce ülkemizden kovulmuş, ve yine hortlamış olan siyah hayaletler...Örtülerinin rengi, şekli değişse de, o karanlık beyinleriyle üzerimize gölge gibi düştükleri bugünlerde, onca defa sevgiden kaçmış olan ben, savaşa gitme hırsıyla doluyorum.
Ben hümanist değilmişim.Hele feminist hiç değilmişim...Kimin eşitliğinden kime sözedebilirim?Bu böceklerin cahil beyinleri tutsaklıktan, bağımlılıktan yana...Ama onlar refah içinde yaşıyorlar, ama tepkisini gösteren başı açık bir genç kız İran'da dövülerek feci şekilde can veriyor.Ceza yine aydınlığa...Çünkü karanlık yönetiyor tüm dünyayı.
Hayallerimde bunlarla savaşıyorum işte...
Bazen bir parti kuruyorum, kısa zamanda büyük güç kazanıp ülkeyi bu adamların ellerinden kurtardığımızı düşlüyorum.
Bazen mezun olduğum üniversitenin önünde binlerce insan toplayıp etten bir duvar oluşturup türbanla okula girmeye çalışanların önünü kesiyorum.
Bazense şiddet içerikli oluyor...Türbanlı bir kadın dolmuşta önüme oturduğunda, türbanını çekip yırtıyorum.
Bazen savaş çıkıyor, ve ben elimde silah orta çağ beyinlerini vuruyorum...
Ne güzelmiş eski hayallerim...
Hiç görmediğim bir gölün üstüne koca bir dalı sarkmış ağacın salıncağında sallanmadan uyumazdım geceleri.Artık aklıma bile gelmiyor...Ay ışığının yansdığı göl ve o salıncak...
Ama zaman mücadele zamanı...Kılını kıpırdatmadan sadece şikayet insanlarız biz.Onlarsa gece gündüz çalışıyorlar.Hepimiz bir kurtarıcı bekliyoruz, çünkü zamanında gelmiş.Sanıyoruz ki yine gelir.Hepimiz birbirimize soruyoruz, "ne yapmalıyız" diye...Bazılarımız ordudan bekliyor, bazılarımız sadece gitme planları yapıyor...Ama sonuç olarak tek ve en güzel yaptığımız eylemi yapıyoruz, durmak...
31 Aralık 2007 Pazartesi
cipralexi bıraktım...bunun resmiyet kazandığı an hiç hissetmediğim farklı bir özgürlük hissettim...
ama hani tedavi ilacıydı?kendimi yine öncesindeki gibi nefret dolu buldum hayata karşı...ilaçtan mı, yoksa her denememin başarısızlıkla sonuçlanmasından mı?
işimde başarısızım...oysa gitmek iyi bir fikir gibi gelmişti, uzakta yalnız olmak, tek başına, tüm güvencelerden, hislerden, alışkanlıklardan uzak bir arınma...
ilişkimde başarısızım...ama söz vermiştim kendime, bu sefer farklı olacağım diye...farklıyım da sanıyordum...yetmiyorum demek...bana da yetmiyor...hiç bir şey...ne ilişkim, ne işim, ne odam, ne müziğim...
yine gitmek istiyorum.yetiyor mu gitmek?kalbimin içinde taşıyorum bu siyah bulutu, gittiğim kentler kararıyor, sevdiğim insanlar, yürüdüğüm sokaklar...
oysa ki güzelim, siyah da olsam çoğu zaman...aşırı merhametliyim, biraz griysem bazen bu iyiliğin beyazlığından...
sevgi doluyum sevildiğimde, ama fazla geliyor bu sevgi sevdiğime...
...ve çekiliyorum artık,
bensiz daha mutlu olan herkesin hayatından, bensiz daha temiz olan her duygudan...
ben yalnızken, bensiz mutlu olandan daha mutlu, bensiz güçlü olandan güçlüyüm.
"Don't tell me my heart is like a stone
Because I--m sentenced to stand alone" (c) Ozan Alparslan.
ama hani tedavi ilacıydı?kendimi yine öncesindeki gibi nefret dolu buldum hayata karşı...ilaçtan mı, yoksa her denememin başarısızlıkla sonuçlanmasından mı?
işimde başarısızım...oysa gitmek iyi bir fikir gibi gelmişti, uzakta yalnız olmak, tek başına, tüm güvencelerden, hislerden, alışkanlıklardan uzak bir arınma...
ilişkimde başarısızım...ama söz vermiştim kendime, bu sefer farklı olacağım diye...farklıyım da sanıyordum...yetmiyorum demek...bana da yetmiyor...hiç bir şey...ne ilişkim, ne işim, ne odam, ne müziğim...
yine gitmek istiyorum.yetiyor mu gitmek?kalbimin içinde taşıyorum bu siyah bulutu, gittiğim kentler kararıyor, sevdiğim insanlar, yürüdüğüm sokaklar...
oysa ki güzelim, siyah da olsam çoğu zaman...aşırı merhametliyim, biraz griysem bazen bu iyiliğin beyazlığından...
sevgi doluyum sevildiğimde, ama fazla geliyor bu sevgi sevdiğime...
...ve çekiliyorum artık,
bensiz daha mutlu olan herkesin hayatından, bensiz daha temiz olan her duygudan...
ben yalnızken, bensiz mutlu olandan daha mutlu, bensiz güçlü olandan güçlüyüm.
"Don't tell me my heart is like a stone
Because I--m sentenced to stand alone" (c) Ozan Alparslan.
9 Aralık 2007 Pazar
Yine gitmek, terketmek, kararlar üzerine...
Bir yazıya başlık koyunca yazmak daha zor oluyor.Ne kolay ki...Bir kez daha dönmek mi, hayallerinden vazgeçmek, sadece kendine ait bir yaşamı terketmek, yeni bir hayal kırıklığını hayatının bir parçası yapmak, yenilmek, emin olmadığın bir sebepten "yapamamak", en çok istediğin buyken, tek istediğin buyken, geride bırakmak mı, yoksa bunları ifade etmek mi...Hangisi daha zor...Çünkü biliyorum, yine içimden atmak isteyeceğim onlarca duygu ve düşüncem olacak, ve ben onlarla ne yapacağımı bilemeyeceğim...
Aradan 5 yıl geçmiş, ben hala Fransa'nın minicik bir kentinde sadece 5 ay yaşadığım evi, sokağı, meydanı, sokakları atamamışken içimden, şimdi sadece kendime ait bir yaşamı atmam gerekiyor.Hem de vakit daralmışken, herşey için...Her vazgeçişimde, 5 aydan fazlası gidiyor hayatımdan.Her vazgeçişimde, geleceğim için daha kaygılı oluyorum.
Fransa başkaydı...Küçüktüm...Ne yapmak istediğimi bilmesem de, bugün baktığımda geriye, yaptığım herşey doğruydu...Ama bunu bilmek atmadı içimden o kısacık yaşantıyı.
Şimdi...Şu anda biliyorum doğru yaptığımı, ve buna rağmen içimdeki bu başarısızlık hissi gitmiyor bir yere.Belki de bu his gittiğim yerlerden, yapmak isteyip yapamadıklarımdan çok, benimle ilgili.Ne yapsam istediğim kişi olamıyorum.Ne yapsam, "bu oldu" diyemiyorum.Hep bir eksik var.Ve ben tüm gücümü bu eksiği bulmak, tamamlamak için harcıyorum.Ve saat durmuyor.Sadece yeni hayaller unutturuyor geride bıraktığıma verdiğim anlamı.Adı üstünde hayaller...
Bugün içinde son günlerimi yaşadığım evi temizlerken, ilk geldiğimde bu kadar özenli olmadığımı farkettim..Terkettiğime, hayatıma girenden daha mı çok değer veriyorum?Belki de bu doğrudur, ve ölüm korkumu da açıklar.Müziği terkettim dedim, 1 sene sonra İstanbul'un en ünlü barlarından birinde kalabalığa şarkılarımı söylüyordum.Mimarlıktan nefret ettim dedim, 3 ay sonra bitirme projem jüri tarafından resmen takdir edildi ve en yüksek notla bitirdim.
Farkında olmadan kendimi avuttum bunları yazarken.Evet, o anda bana ağırlık ve acı veren her şey, eninde sonunda beni tatmin ediyor.Tek problem, yetinememem...Sanırım bu da normal...Kim yetiniyor ki sahip olduğu şeylerle...
İyi olacağımı, iyi olacağını biliyorum...Sadece bu süreçte içimde biriken bu ağırlığı, bu duyguyu nereye koyacağımı bilemiyorum.Ve tek terkedemediğim, benle yaşayan bu eksiklik...
Aradan 5 yıl geçmiş, ben hala Fransa'nın minicik bir kentinde sadece 5 ay yaşadığım evi, sokağı, meydanı, sokakları atamamışken içimden, şimdi sadece kendime ait bir yaşamı atmam gerekiyor.Hem de vakit daralmışken, herşey için...Her vazgeçişimde, 5 aydan fazlası gidiyor hayatımdan.Her vazgeçişimde, geleceğim için daha kaygılı oluyorum.
Fransa başkaydı...Küçüktüm...Ne yapmak istediğimi bilmesem de, bugün baktığımda geriye, yaptığım herşey doğruydu...Ama bunu bilmek atmadı içimden o kısacık yaşantıyı.
Şimdi...Şu anda biliyorum doğru yaptığımı, ve buna rağmen içimdeki bu başarısızlık hissi gitmiyor bir yere.Belki de bu his gittiğim yerlerden, yapmak isteyip yapamadıklarımdan çok, benimle ilgili.Ne yapsam istediğim kişi olamıyorum.Ne yapsam, "bu oldu" diyemiyorum.Hep bir eksik var.Ve ben tüm gücümü bu eksiği bulmak, tamamlamak için harcıyorum.Ve saat durmuyor.Sadece yeni hayaller unutturuyor geride bıraktığıma verdiğim anlamı.Adı üstünde hayaller...
Bugün içinde son günlerimi yaşadığım evi temizlerken, ilk geldiğimde bu kadar özenli olmadığımı farkettim..Terkettiğime, hayatıma girenden daha mı çok değer veriyorum?Belki de bu doğrudur, ve ölüm korkumu da açıklar.Müziği terkettim dedim, 1 sene sonra İstanbul'un en ünlü barlarından birinde kalabalığa şarkılarımı söylüyordum.Mimarlıktan nefret ettim dedim, 3 ay sonra bitirme projem jüri tarafından resmen takdir edildi ve en yüksek notla bitirdim.
Farkında olmadan kendimi avuttum bunları yazarken.Evet, o anda bana ağırlık ve acı veren her şey, eninde sonunda beni tatmin ediyor.Tek problem, yetinememem...Sanırım bu da normal...Kim yetiniyor ki sahip olduğu şeylerle...
İyi olacağımı, iyi olacağını biliyorum...Sadece bu süreçte içimde biriken bu ağırlığı, bu duyguyu nereye koyacağımı bilemiyorum.Ve tek terkedemediğim, benle yaşayan bu eksiklik...
4 Aralık 2007 Salı
ne var elimde
isimsiz bir geceden başka,
sıradan bir sabaha dönecek olan...
uzun, ve biliyorum, uykusuz...
ne var yanımda
tanımsız bir yalnızlıktan başka,
hırçın değil, sakin,
ve umursamaz...gitmez...
kalır ama öldürmez...
kırar ama bitirmez...
ama zihnimde dalgalar var
boğmayan,
batırmayan,
sadece belirsizliğe sürükleyen
gri karmaşalar...
kararsızlığımı yüzüme çarpan...
çevremde bir sessizlik var,
aramadığım kadar yoğun,
istemediğim kadar acımasız...
ne var içimde,
bu hissiz boşluk,
ve sonsuz belirsizlik dışında...
ama bir şarkım var sonunda,
hepsinden uzakta,
ve hepsinin yakınında.
isimsiz bir geceden başka,
sıradan bir sabaha dönecek olan...
uzun, ve biliyorum, uykusuz...
ne var yanımda
tanımsız bir yalnızlıktan başka,
hırçın değil, sakin,
ve umursamaz...gitmez...
kalır ama öldürmez...
kırar ama bitirmez...
ama zihnimde dalgalar var
boğmayan,
batırmayan,
sadece belirsizliğe sürükleyen
gri karmaşalar...
kararsızlığımı yüzüme çarpan...
çevremde bir sessizlik var,
aramadığım kadar yoğun,
istemediğim kadar acımasız...
ne var içimde,
bu hissiz boşluk,
ve sonsuz belirsizlik dışında...
ama bir şarkım var sonunda,
hepsinden uzakta,
ve hepsinin yakınında.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)