30 Ocak 2008 Çarşamba

Müzik dinlerken "rasgele" modunu kullanmak tehlikelidir aslında, ama bunu, aslında hiç kafanızda olmayan, anılarınızla beraber geçmişe gömdüğünüz uzak bir şarkıyı çaldığında farkedersiniz ki iş işten geçmiş olur.Notalar başlamıştır bir kere, gömülü olan şeyleri teker teker çıkarmaya...Ve her anı, bir mekan, bir insan, bir söz, bir his, beyninizdeki gizli nostalji düğmesine basar.Gününüzü bitirebilecek güçtedir bu nokta, tabii ki bu o anının hayatınızdaki yeriyle alakalıdır.
Ben çok yanlış yerlere gittim, çünkü playerım 2 tane yasaklı şarkıyı üst üste çaldı.Ve ben şu an bir tanesini kendi ellerimle başa aldım.Çünkü böyleydi o zamanlarda da, acı vereceğini bile bile dinlerdim Anathema'nın tüm albümlerini, tüm şarkılarını...Yeter ki içimdeki kronik mutsuzluğuma bir yoldaş bulayım...Diğer şarkıysa, "if you could only see"...Bu grubun bir elemanına aşıktım ve bir mail yazmıştım saçmasapan.Buralarda hiç posterleri olmadığı için bir poster istemiştim.Bir süre sonra büyük boy bir fotoğraf (fotoğraf kağıdına basılmış fotoğraf), üzerinde grubun her elemanının imzasıyla gelmişti.Bu şarkı da bana, böyle küçük şeylerle dünyanın en mutlu insanı olup, platonik aşklar yüzünden karın ağrılarıyla geçen bir dönemi hatırlattı.
Ne güzelmiş...O karanlık barda, birbiri ardına en karanlık şarkıları dinlerken, geleceğe dair kurduğumuz hiçbir plana ülkemizin de beter bir karanlığa bürüneceğini katmamıştık.
Ben bu şarkılarla hayaller kurardım her akşam uyumadan önce.Her şarkının belli yerlerini belli sahnelere denk getirirdim.Kafamın içinde o film oynardı, arkasında kendi seçtiğim bir fon müziğiyle...Bazen o hayal gerçeğe yaklaşırdı, ben kaçardım müziği değiştirerek.
Romantik Bon Jovi şarkılarıyla hayal ettiğim uzak bir "sevgilim" vardı.Bir gün elimi tutup beni sevdiğini söylediğinde, çocukça bir bahane bulup kaçmıştım, ve yol boyunca "Creep" dinlemiştim...Oysa ki vardı öyle bir seçenek, onun sevgi cümlesine karşılık verseydim, arkada Bon Jovi'nin "I want you" su çalmaya başlar ve biz Karaköy sokaklarında aylak aylak el ele yürüyebilirdik.Gerçek olabilirdi, sadece kaçmasaydım...

Herneyse...
O günleri ve o günlerde kurduğum hayalleri özlüyorum.Çünkü uzun zamandır hayal kurmazken, bu aralar perde perde sahneler gelmeye başladı yine gözümün önüne.Sadece savaş ve mücadele var.Başlatacak kadar güçlü olmadığım, ve başlatacak kimsenin olduğuna inanmadığım bir mücadele...
80 sene önce ülkemizden kovulmuş, ve yine hortlamış olan siyah hayaletler...Örtülerinin rengi, şekli değişse de, o karanlık beyinleriyle üzerimize gölge gibi düştükleri bugünlerde, onca defa sevgiden kaçmış olan ben, savaşa gitme hırsıyla doluyorum.
Ben hümanist değilmişim.Hele feminist hiç değilmişim...Kimin eşitliğinden kime sözedebilirim?Bu böceklerin cahil beyinleri tutsaklıktan, bağımlılıktan yana...Ama onlar refah içinde yaşıyorlar, ama tepkisini gösteren başı açık bir genç kız İran'da dövülerek feci şekilde can veriyor.Ceza yine aydınlığa...Çünkü karanlık yönetiyor tüm dünyayı.
Hayallerimde bunlarla savaşıyorum işte...
Bazen bir parti kuruyorum, kısa zamanda büyük güç kazanıp ülkeyi bu adamların ellerinden kurtardığımızı düşlüyorum.
Bazen mezun olduğum üniversitenin önünde binlerce insan toplayıp etten bir duvar oluşturup türbanla okula girmeye çalışanların önünü kesiyorum.
Bazense şiddet içerikli oluyor...Türbanlı bir kadın dolmuşta önüme oturduğunda, türbanını çekip yırtıyorum.
Bazen savaş çıkıyor, ve ben elimde silah orta çağ beyinlerini vuruyorum...

Ne güzelmiş eski hayallerim...
Hiç görmediğim bir gölün üstüne koca bir dalı sarkmış ağacın salıncağında sallanmadan uyumazdım geceleri.Artık aklıma bile gelmiyor...Ay ışığının yansdığı göl ve o salıncak...

Ama zaman mücadele zamanı...Kılını kıpırdatmadan sadece şikayet insanlarız biz.Onlarsa gece gündüz çalışıyorlar.Hepimiz bir kurtarıcı bekliyoruz, çünkü zamanında gelmiş.Sanıyoruz ki yine gelir.Hepimiz birbirimize soruyoruz, "ne yapmalıyız" diye...Bazılarımız ordudan bekliyor, bazılarımız sadece gitme planları yapıyor...Ama sonuç olarak tek ve en güzel yaptığımız eylemi yapıyoruz, durmak...