31 Aralık 2009 Perşembe

Çok üzgünüm lan..

Öyle böyle değil...

Cinnabon



...Ve 2009'da tanıştığım bu müthiş lezzeti anlatmadan geçemeyeceğim...

Cinnabon değişik bir tatlı hamurunun bizim gül börek tabir ettiğimiz şekilde sarılıp, esasen tarçınlı bir sosla yapılan bir tatlıdır.Ama bunun bir çikolatalısı vardır ki düşmanınıza vermeyin.

Mide bulantısından doğru dürüst yemek yiyemeyen ben, bu tatlıyı Bengü ile paylaştıktan sonra üstüne 2 tane daha yerdim hissiyle dolup taştım.

Obez amerikalıların dünyayı obezleştirme politikasının bir parçası olan bu tatlıyı Schloztkys'de bulabilirsiniz, ya da bulmayın en iyisi..

2009 Raporu

Evet...Sonunda yazıyorum.An itibariyle dinlediğim (ve muhtemelen yazı boyunca dinleyeceğim müzik) Yeni Türkü, Başka Türlü Bir Şey. (Edit : Bir kısmını sonradan yazdığım için farklı bir müzik dinliyorum : Mindflow, Breakthrough)

2009'a biraz buruk ama güzel girdik.Önce güzel bir aile yemeği...Kızını kaybettikten 7 ay sonra bir yılbaşı yemeğine katılan 87 yaşındaki enişte şu an gittiği yerden bana bir hayat dersi veriyor.2009'un yılının götürdüklerinden...Huzur içinde yatsın..

Sonra geleneksel Gökhan evi partisi..Güzel insanlarla güzel muhabbetler, ara sıra boş boş televizyona bakmalar...Bolca içmeler...Saat 12 olunca birbirine sarılmalar..Herşey olması gerektiği gibi keyifli ve sıradandı.

Ve 2009'un ilk doğumu!Cecüş'ümün bebeği oldu!Bu hala inanamadığımız bir şey.Çocuk 1 yaşını bitirmek üzere ve ben hala ona bakıp "bu senden mi çıktı" diye sorup duruyorum.8 yaşından beri beraber olduğunuz bir arkadaşınızın çocuğu olması değişik bir his.Hayatta güzel şeyler de oluyor.

Ocak ayı..Kaç defa izlediğimi bilmediğim Amélie'yi bir kez daha izledim ve bu defa çok farklı bir anlam taşıyordu.Amélie'nin mutlu sonuna erişmiştim.
Şubat..Aptal Issız Adam filmi...
Mart...Yine Üsküp yolları göründü bana.Bu defa farklı bir evde kalıyordum, farklı bir hayatım oldu.Herşey çok güzeldi.
Ve doğum günüm..Hayatımın en kalabalık doğum günüydü...Sabahtan Burgazada'da müthiş bir gezi yaptık.Akşamında Büyükada'da 27 kişilik bol rakılı bir eğlence..Ve martı sesleriyle bitti o güzel gece...Ada kokusuyla uyandım yeni yaşıma, huzurlu, mutlu, beklentisiz...

Ve sonra yine Üsküp...Haftada yedi gün çalışıyordum, ve bu çalışma temposunda Türkiye'de okul devam ettiği için bir de ders çalışmak zorundaydım.2009'un bana getirdiği en güzel şeylerden biri o şantiyede öğrendiklerimdi kesinlikle..İşimi çok sevdiğimi öğrendim, ve bu uğurda zılgıt yemenin bile güzel bir şey olduğunu...

Ve bir gün, hayalini bile kuramadığm bir şey gerçekleşti.Üsküp'teki arap restoranında babamla oturuyorduk.Bana bir şey söyledi, önce inanmadım, ve şu an çok gerçek.2009'u bıraktım, 27 yıldır başıma en güzel 3 şeyden biri bu.

Ve İstanbul'a dönüş günü geldi çattı..Bir yanda yeni bir hayata başlayacak olmamın verdiği heyecan, diğer yandan "birine" duyduğum özlem...2009'un son normal günüydü, onda da uçağı kaçırdım.Hala düşünürüm, o uçağı kaçırmasaydım ne olurdu diye..

O gece yaşanan bir diyalog :

-...bilmiyorum bir garip konuşuyor telefonda
-süpriz yapacaktır sana, havaalanına gelir belki
-hahaha bu kadar zamandır tanıdıysam bu ses öyle bir ses değil, hayatta gelmez beni almaya.. (Ders 1: seni havaalanından almayacağını bildiğin bir adamla neden berabersin?)

Ve 25 Mayıs...İçime mi doğmuş ne, buz gibiydim..1 aydır özlemle görmeyi beklediğim insanı görünce bir şey hissetmedim.O da hissetmedi..Ertesi gün biraz daha toparladım, yemeğe gidecektik akşam.Ve yine bir diyalog :

-kaçta geleceksin?
-gelirken ararım.
-ben yürüyüşe çıkıyorum ararsın.

2 saat sonra :

-geliyor musun?
-geliyorum yoldayım.
-gel seninle konuşmak istediğim bir şey var.

Bundan sonrası bir sit-com sahnesi...Evlennme teklifi beklerken terkedilmek her genç kadına nasip olmuyor tabii...(Ders 2: Anlam veremediğin bir şekilde soğuksa sana, koşarak kaç)

Yaz oldukça kötüydü haliyle..Anlatacak bir şey yok yaza dair.Bir Datça var, her zamankinden zor gelen, bir de tekne turu...Ha bir de ufak da olsa bir kalp çarpıntısı var, biraz olsun gülümseten..

Ve eylül...Yeni evime taşındım.Bu yeni hayat iyi geldi bana.Bu evin anlamı çok büyük..Ve bir şarap var hala o özel kutlamayı bekleyen..

2009'un en kötü olayı şüphesiz yine bir ölüm korkusuydu.İnsan çok sevdiği birini kaybetmeye yaklaştığında, o his bir lanet gibi çöküyor üstüne ve sonrasında her şey iyi gidiyor olsa bile etkileri sürüyor.Tıpta mucizeler oluyormuş, ve biz bunlardan birini birinci dereceden yaşadık.2010 senesinde benzeri şeyler yaşamamak en büyük ve en önemli dileğim.

2009'un diğer önemli olaylarına gelirsek, şarkılarıyla büyüdüğümüz, bizim neslin toptan hayranı olduğu Michael Jackson yaşama veda etti.Bu haberi öğrendiğim sabah baya garipti.Hani herkes ölürdü de, M.J. ölemezdi gibi...Bir de Patrick Swayze gitti..Onu da severdik.

Ve Mesut Süre ve Metehan Mert Çakır'a buradan sevgilerimi iletmek istiyorum.2009 yılının son hediyesini onlardan aldım, "An Acoustic Night at the Theater" albümü!

Her ne kadar 2009 benim için bir sondan çok, güzel bir başlangıcı ifade ediyor olsa da, 2009'dan nefret ettim.Bitiyor olduğu için çok mutluyum...

2010 ise tüm yeni yıllardan farklı...Hep yeni yıllarla ilgili temennilerim olurdu, şöyle olsun böyle olsun diye...Ve bu sene gördüm ki, iyi de olsa, kötü de olsa, hep beklemediğim olmuş.2010 için pek bir dileğim yok.Bildiğim bir şeyler var sadece..

Ve affetmeyi diliyorum, kendim için.

"Başka türlü bir şey" istiyorum 2010'da...

30 Aralık 2009 Çarşamba

Just Breathe...

Neden sadece nefes alıyormuşum..

Yalan söylemek ne kadar rahatlatıcı bazen...

(Sadece nefes alıyorum çünkü...) - bakın, cevabı bende bile yokmuş.

Ve bir de, böyle zamanlarda işte, boğaz düğümlenmesi sırasında, ağlama krizi geciktirici söz öbeği : "just breathe"..Gerçi bazen çok az idare ediyor.Olsun..

Aslında ölüm anlatmasına rağmen, Eddie'nin sesi ve bu muhteşem müzik yeterince teselli edici geliyor şu an.

2009'da en çok dinlediğim şarkı olmasa da, bu şarkıyı 2009'un şarkısı ilan ediyorum.


"Did i say that i need you, did i say that i want you?.."

Yok böyle olmayacak, tüm sözleri yazmalıyım belki de...

---

Yes I understand that every life must end,
As we sit alone, I know someday we must go,
I’m a lucky man to count on both hands
The ones I love,..

Some folks just have one,
Others they got none.

Stay with me,..
Let’s just breathe.

Practiced are my sins,
Never gonna let me win,
Under everything, just another human being,
Yeh, I don’t wanna hurt, there’s so much in this world
To make me bleed.

Stay with me,..
You’re all I see.

Did I say that I need you?
Did I say that I want you?
Oh, if I didn’t now I’m a fool you see,..
No one knows this more than me.
As I come clean.

I wonder everyday
as I look upon your face,
Everything you gave
And nothing you would take,
Nothing you would take,..
Everything you gave.

Did I say that I need you?
Oh, Did I say that I want you?
Oh, if I didn’t now I’m a fool you see,..
No one know this more than me.
As I come clean.

Nothing you would take,..
everything you gave.
Hold me till I die,..
Meet you on the other side.

---




---

Ölüm döşeğindeki bir insan için..

Doğum yapmakta olan bir kadın için..

Mutsuzluktan nefes almakta zorlanan biri için..

Uyanmak için bir sebebi olmadığını hisseden biri için..

Göğüs kafesinde aşk acısı taşıyan biri için..

"Let's just breathe.."

28 Aralık 2009 Pazartesi

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 4 - Travis, Happy to Hang Around


Her cümlesiyle olmasa da...




They were following me
They were following everyone
They had visions of me
Holding hands walking in to the sun?
Now people get down, people get down, people get hurt
When you did it to me
I was already in the ground

And I'll never get into your heart
Though I don't even want to start
I'll never get into your heart
I'm just happy to hang around
Happy to hang around
Happy to hang around

Take a picture of me
And show it to everyone
And no more pictures of you
No more love, no more setting sun
Now people get down, people get down, people get hurt
And when you did it to me
I was already in the dirt

And I'll never get into your heart
Though I don't even want to start
I'll never get into your heart
I'm just happy to hang around
Happy to hang around
Happy to hang around

27 Aralık 2009 Pazar

Someone Special - Poets of the Fall

"Back row to the left, a little to the side
Slightly out of the place
Look beyond the light, where you'd least expect
There's someone special"

Çoğu insan hayatında en az bir kere bulduğunu sanmıştır değil mi?Ve çoğu, büyük bir ızdırapla kopmuştur bir şekilde o "özel insan"dan...Ve daha büyük ızdırap aslında kopuştan değil, özel olduğuna inanılan insan için senin özel olmayışındandır (ben değil de bir arkadaşın başına geldi ordan biliyorum).

Bu şarkıyı ithaf ettiğim biri vardı...Bir mektupta yazmıştım sözlerini...Muhtemelen çoktan kaybedildi, atıldı, yırtıldı o mektup, değişik şehirlerden attığım kartpostallar gibi oldu kaderi...Sevinçten ağladığım sayılı günlerden biriydi..Ne garip değil mi, birinin kalbinin derininden yazdığı sözcükler, bir diğeri için sıradan bir kağıt parçası...

17 Aralık 2006...Geri gel ve ben o basamaklarda durmadan yoluma devam edeyim.

...

Neyse...
"Some (other) one".."Some (right) one"..."The One"...

Herkes için bir tane var...Ve ben bunun insanın elinden kayıp gidecek bir şey olduğuna inanmıyorum.Gittiyse, "O" değildir.Ve gittiyse, sonunda "O"nun gelmesi için yol açılmıştır.

Ve optimizm bir spor değil, Başak'ın ağlarken bile içinde bulunduğu düşünce/hissetme halidir.

25 Aralık 2009 Cuma

Çağrı

Sevgili beyaz atlı prens,

Biliyorum bu devirde bırak beyazını, eli yüzü düzgün bir at bulmak bile çok zorlaştı.O yüzden diyorum ki artık sen o atı beklemesen, varsa bir dört tekerlekli, yoksa iki tekerlekliyle gelsen...O da yoksa bir taksiye binsen...Paran da yoksa bir zahmet metrobüsle-vapurla hatta yürüyerek falan gelsen...Merak etme ileride sıkar dişimizi alırız bir araba.Birlikten kuvvet doğar derler.

Başak Pandora'dan bildiriyor...



Sayın izleyiciler, 5 yıllık yolculuğun sonunda Pandora'ya ulaştım ve buradaki müthiş deneyimlerimi anlatmak istiyorum.Ama anlatamayacağım kadar müthiş olduğu için acilen en yakınızdaki 3 boyutlu sinemaya gidin, burayla ilgili bir film yapmışlar duyduğum kadarıyla, kaçırmayın derim.Malum 5 sene uzun bir yolculuk ve masraflı.Neyse ki biz Michael'la mütevazi bir yaşam sürerken emekliliğimiz için baya para biriktirmiştik de Pandora'ya yerleşme kararı aldık.Bizi kabul etmeleri önce baya zor oldu.Kabile reisi beni haremine almak istedi, Michael'la bir münakaşa ettiler.Köyün hatunları deseniz sürekli Michael'ın tepesinde...Neyse sonunda alıştılar ve biz 2 muhteşem insan, bu diğer muhteşem yaratıkların arasında mutlu mesut yaşıyoruz.

Burada yaşamanın zorlukları var tabii...Şu soulbound olayı Michael'ı baya sarstı.Ben wow geçmişim olduğu için kolay alıştım, olaylara biraz aşinalığım var.Bir de soulbound kuşlar edindik de keyfimize diyecek yok...O ağaç senin bu ağaç benim zıplayıp uçup duruyoruz.Garip bir hayat..

Neyse bir gidin izleyin..Biz esas hikayenin geçtiği köyde yaşamıyoruz.Bir ara göreceksiniz deniz kenarında bir uçurumun tepesindeki köydeyiz.Orada çekim yapılırken çağırdılar da, Michael dedi orada çekimlerden kaçtım, burada doğal hayatı yaşayalım.Ben de anlayışla karşıladım.Sonra bir de babam görüp, "biz bu kızı maviye boyanıp 5 ışık yılı uzaktaki bir gezegende oyunculuk yapsın diye mi mimarlık okuttuk" demesin diye ben de pek sıcak bakmadım.

Neyse özetle, beni filmde göremeyeceksiniz ama mutlaka izleyin.Ama sakın ve sakın 2 boyut olmasın !

24 Aralık 2009 Perşembe

Mr.Tambourine Man

"...Then take me disappearin' through the smoke rings of my mind,
Down the foggy ruins of time, far past the frozen leaves,
The haunted, frightened trees, out to the windy beach,
Far from the twisted reach of crazy sorrow.
Yes, to dance beneath the diamond sky with one hand waving free,
Silhouetted by the sea, circled by the circus sands,
With all memory and fate driven deep beneath the waves,
Let me forget about today until tomorrow."

23 Aralık 2009 Çarşamba

The boat that rocked !



Ne iyi ettim de izledim şu filmi...Başka bir dünyada gibiydim 2 saat.Herşeyi bırakıp o teknede yaşamak istedim.Kocaman takma kirpikler takıp o muhteşem kıyafetlerden giyip geminin tepesinde çılgınlar gibi dansetmek..

Bu filmde bile ağladım da, allah beni ıslah eylesin.

Ama rengarenk, eğlenceli, süper müzikli, bitmesin istenen bir filmdi.

22 Aralık 2009 Salı

Tekne Özlemi...




Üzerinden 4 ay geçti mi gerçekten?

Bu teknenin tepesinde, sadece içinde geçen "rain" kelimesinden dolayı sonbahardan korkutan o şarkıyı bağıra çağıra söylerken hissettiğim huzurun üzerinden 4 ay...
Keyifle rakı muhabbeti yaptıktan sonra biraz müzik dinleyeyim diye teknenin arkasına geçip kalbim ağzımdan çıkarcasına kadar ağladığım günden beri 4 ay...

Dalmayı özledim...Gerçek dalga sesini...Cır cır böceklerini...Seyir halinde kamara yatağında yatıp kitap okurken uyuyakalmayı...Gece denize girip yakamoz yapıp izlemeyi...Koca bir yazın ufak kalp çarpıntısını...

Bir de tüm bunları daha güzel kılan biri vardı...

Denizin, tatillerin, bakışmaların, gülüşlerin, sarhoşluğun, ayıklığın, dünyanın daha güzel olduğu bir zaman vardı...

Bir kış günü renkler neden bu kadar canlı olur ki?Bana yazı hatırlatmasın hiç bir şey...Bana onu hatırlatmasın.





Ve o şarkı :

it's coming down.
it's raining outside.
you've nowhere to hide.
she's asking you
why you think it's funny.
....
she's leaving your house.
she had to get out.
she's mad,
and she'll take her mattress with her.
....
you lie on the floor.
she's slamming your door.
she's gone,
and she's wearing your red sweater.
....
it's coming down.

Yıl Başı / Sonu Etkinlikleri

-Ailenin evinde geniş aileyle takılmak
-Kendi evinde güzel bir film koyup aylardır bekletilen şarabı açmak
-Kendi evinde arkadaşlarla partilemek
-Batur'un ev partisine gitmek

Ve her aktivite dahilinde, bu senenin bana getirdiklerine şükretmek (her gün şükrediyorum buna), götürdüklerine ayrı şükretmek, bu kadar boktan bir seneyi(tek bir şey dışında-çok şükür-) sonunda bitebildiği için tebrik etmek, her sene olduğu gibi en kötü senem böyle olsun diye tekmelemek, yeni yılın başlaması yerine, eski yılın bittiğine sevinmek, her zamanki gibi yeni yıl saçmalığını kutlayan insanlara bakıp gülmek, akabinde onlar gibi olamadığım için ağlamak, ağlarken yorulmak, ve yeni sabaha kurbağa gözlerle uyanmak...

2009 raporunu yazasım gelmedi sanırım.Daha bir hafta var zaten.

Bit artık lanet sene...

20 Aralık 2009 Pazar

Away we go...



Bir cumartesi gecesi...Şaraplar alınır, mısırlar patlatılır.Rengarenk ışıkları olan çam ağacının karşısında mumlar yakılıp sohbet edilir.Ve derken sıra gecenin filmini seçmeye gelir.Birileri, korku filmi, birileri aşk filmi der.Ve sonunda "Away We Go" gecenin filmi seçilip "play"e basılır.

Odadan yükselen sesler:

-"böyle bir erkek var mı?"
-"ben böyle yaşamak istiyorum"
-"ben böyle bir sevgili istiyorum"
...iç çemkeler...
-"ben bebek istiyorum"
...burun çekmeler...

Hollywood'un süper klişe romantik komedileri gibi önce hoş bir "date" arkasından süper lüks restoranlarda yenen yemekler, yapay romantizm, ve sonrasında gelen bir kavga, ve finalde barışıp mutlu son havasında olmayıp, hem müthiş romantik, ve bir o kadar komikti.

Daha geçen gün artık güzel romantik komedi kalmadı hepsini tükettim derken, bu film çok iyi geldi.

Not : Korku filmi isteyen bendim, iyi ki de izlememişiz.

18 Aralık 2009 Cuma

Lanetli cuma tabii ki burda bitmez...




Babama doğum gününde elini oyalasın da daha az sigara içsin hatta mümkünse sigarayı bırakmaya karar verirse yardımcı olur diye aldığım bu 70 TL'lik 216 toptan oluşan oyuncağın bir topu kayıp!

Zaten sinirli başladığı bugünün sonunda, stres atmak için eline alıp bir küp yapmaya çalışmış, bir topu eksik görünce daha da sinirlenmiş.Aradım aradım bulamıyorum...

O kadar sinirliyim ki...Bu cumayı kurtaracak bir şey olabilir mi?

Bu burda bitmez...

Lanetli cuma şu an en fiziksel haliyle kendini gösteriyor...Saat 4 olmadan hava karardı...Deli bir gök gürültüsü ve sağanak başladı.Şaşkınlıkla dışarı bakıyorum, gök gürültüsü her patladığında bir hopluyorum, bu nedenle kulaklık taktım müzik dinliyorum.

Evet müzik...Şu an birbirinden alakasız parçaları ard arda dinlerken, birbirinden alakasız şeyler düşünüp, hayal edip, sinirleniyorum (evet şu an çok sinirliyim).




-cold cold as the night, high as the trees, slow as you like...
-personne ne te remplace, non, personne..
-you’ll never pass for someone who’ll find a place in life, you sough to take that last breath to give away your heart and mind..tonight this is where we go to find out who we really are, we've got nothing left to lose..

Lanetli Cuma

Bir bir gün bir çocuk, eve de gelmiş kimse yok.
Açmış bakmış dolabı, profiterol sanmış elmayı.
Yemiş yemiş bitirmiş, akşama başlamış bir sıkıntı.

Böyle gider bu...Neden profiterolla kilo verilmiyor?Neden dün akşam yediğim o çikolata popoma, göbeğime, gıdıma yağ olarak dönüyor?Neden bu zararlı yiyecekler beni bu kadar mutlu ediyor?Ve neden bunlardan uzak durma çabası bir o kadar mutsuz ediyor?

Hayatım boyunca sabit olarak en gıpta ettiğim şey, istediklerini yiyebildikleri halde kilo problemi olmayan insanlar.

Bu insanlara burdan sevgilerimi göndermek istiyorum.

Bugünün hikayesi bu değildi aslında...
Normal zamanlarda pire gibi koşturup, bir sabah hasta olduğu için işe yarım saat geç kalıp, patronu tarafından azarlanan genç bir kadının hazin hikayesi bu...Bu da değil aslında...Eskiden iple çektiği hafta sonlarını şimdi sadece günde 15 saat uyuyabilmek için bekleyen, planladığı tek hafta sonu aktivitesi, planladığı yer ve saatte görmemesi gereken birilerinin gitmesiyle iptal olan mutsuz bir genç kadının hikayesi...
Neyse hikayenin sonunu söyleyeyim en iyisi, bu iki kadın aynı insanmış ve çok yakın bir zamanda iş hayatında süper başarılı olup, hayatının aşkını buluyormuş ve happily ever after.

Hikayenin sonu fazlasıyla gerçek dışı olduğundan yayıncılar bu hikayeyi sci-fi kategorisine koymuşlar, içinde science adına hiç bir şey olmamasına rağmen...

15 Aralık 2009 Salı

Bir gün her şey daha belirgin olacak...Ve daha sade...

Daha anlaşılır olacağım, daha anlayışlı...Daha sakin olacağım...1.şart : Adalet yok!

Eskiden okullarda "yeni yıldan bekledikleriniz" başlıklı kompozisyonlar yazardık..Onun gibi oldu..Ama esas 2009 raporu ve 2010 beklentilerini yılın son gününe kadar bekletiyorum.

10 Aralık 2009 Perşembe

Yıldızlar....

Şu an sağ el bileğimde sızlayan minik yıldızların benim için o kadar anlamı var ki...16 yaşımdan beri hayalini kuruyor olmam bir yana...

Bu dövme, ben istediğim sürece beni terketmeyecek olan tek şey...(Ref:"Sen beni istediğin sürece hayatında olacağım kelebek")...Böyle safsatalarla uyutulup, bir gün uyandığınızda "e ben seni hayatımda istiyorum, ya sen nerdesin?" diye sormamak için, dövme olayını tavsiye ederim.

Elimdeki bu minik yıldızların ışıltısı gözlerime vurmuş, kikir kikir sırıtırken, öyle bir şey gördüm ki...Ve yine...Hep hayatınızda olacağınıza inandığınız şeyler, bir gün birden bire kaybolmuş olabiliyor, ne acı, ne saçma...

Hayatıma hoş geldiniz minik yıldızlar...

9 Aralık 2009 Çarşamba

Yol durumu..



An itibariyle eve dönebilmem için geçmem gereken köprülerin durumu yukarıda gördüğünüz gibidir.1. köprü her zaman daha tıkalı, 2.köprü ise nispeten daha az tıkalı oluyor.Ama 2. köprünün yolu o kadar uzun ki, şu anda düşünüyorum acaba bugün bir değişiklik yapıp 1'den mi gitsem diye...

Bu yoğun düşünce fırtınaları biraz dindiğinde ise şu soru çınlıyor kulaklarımda : sıradan bir iş gününün sonrasında yapabileceğim tek değişiklik kullanacağım köprü müdür? Bu mudur?

7 Aralık 2009 Pazartesi

Relax Oase




Bu garip cihazı dün öylesine girip bir bakalım dediğim Tschibo mağazasında karşıma çıktı.Tesadüfe de bakın ki akşam eve döndüğümde yine orta şiddette bir nefes darlığı problemi yaşadım.Büyük bir hevesle bu cihazı çalıştırdım, pembe pijamalarımı giyip uzandım ve nefesimin düzene girmesini bekledim.Çok sürmeden uyumuşum...

Sesler çok duru değil, bir dijitallik var.Ama yine de bana gerçekten dalgalarla uyuyor olma hissi vermiş olmalı ki rüyamda Datça'dayım bir kış günü, fırtına çıkmıştı ve deniz kenarındaki çay bahçesinde dalgaları izliyordum.

Diğer rüyamda da 2012 tarzı bir şeyler gördüm ama önemli değil.

Önemli olan dalgalardı, sakinleştirdiler ve uyuttular.

Bu gece hangi sesi seçsem acaba...Orman, yağmur, rüzgarda kıpraşan ses çıkaran zımbırtı sesi, martılar ve cik cik kuşları...

Bir de bir ışık saçıyor alet çalışırken...Tek problemi, keşke o ışığın rengi sabitlenebilse...Mavi ışık yerine sürekli turuncu ışık olabilse...

Neyse işte, geçici bir heves midir bilmem de şimdilik 60 tl'ma değdiğini düşünüyorum.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Bir bayram günü..

Aslında yanlış bir şey yapmamışsınızdır...Masum bir merak, yanlış bir insana güvenme sonucunda, sizi yerin dibine sokacak olaylar silsilesine sebep olabilir.Ve dahası, canınızı, ciğerinizi bildiğini sandığınız o "özel" insanın, sizi aslında hiç tanımamış olduğunu anlarsınız ve en büyük darbe budur.

Bir bayram günü iyi başlamamış olabilir..Özellikle geçen seneki bayram gibi olmayacağını baştan beri biliyor olabilirsiniz.Ağlamaktan şişmiş gözlerle bayram ziyaretlerine gitmek, migrenli insanın kurtarıcısı "başım ağrıyor" bahanesini tekrarlamak -ağlama sonucu o migren gerçekten de gelir-, hoş aktiviteler olmayabilir.Ama günün sonunda baktığınızda, etrafınızda size değer veren, her an yanınızda olan ve olacak olan insanlar olduğu sürece, ne yerin dibi kalır, ne de dinmek bilmeyeceğini sandığınız gözyaşları...

Bir bayram günü de, daha önce yaşanmış bir çok gün gibi canınız acımış olabilir.

Aşık olduğunuzu sanabilirsiniz ama sonra o şarkının sözleri gelir aklınıza : "when you're in love, what can go wrong?"

Ve bir bayram günü hissettiğiniz ağırlığın aşk olmadığını anladığınızda, ipleri yeniden elinize alabilirsiniz.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 3 - Eva Cassidy, Songbird

Bir gün bu şarkıyı tekrar "yazabilme" umuduyla...

--------------------------------------------------

For you there'll be no crying
For you the sun will be shining
'Cause I feel that when I'm with you
It's alright, I know it's right

And the songbirds keep singing
Like they know the score
And I love you, I love you, I love you
Like never before

To you, I would give the world
To you, I'd never be cold
'Cause I feel that when I'm with you
It's alright, I know it's right

And the songbirds keep singing
Like they know the score
And I love you, I love you, I love you
Like never before





18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 2 - Grand Avenue, The Outside

Pek de güzel şarkı...Sevdim bu grubu.Zaten Danimarka'ya gidesim var bu ara (büyük Kuzey Avrupa turumun bir parçası olarak...Kar-buz içinde debelenerek günlerce yürümek, fotoğraf çekmek sonra bir akşam kocaman polar battaniyeme sarınıp kutup ışıklarını izleyerek uyumak istiyorum.Ha bir de Finlandıya'lı metalcilerle tanışmak...)

Bir de ufak bir bilgi...Orta çağ resim sanatında görünen detaycılık güney ülkelerine göre daha güçlüdür.Örnek ver deseniz veremem sanat tarihi kitabımı karıştırmadan.Amma velakin bu durumun sebebini açıklayabilirim.Kuzen Avrupa ülkelerinde kışlar çok sert geçtiğinden, bu insanlar günlerce, aylarca dışarı çıkmazlarmış.Güney kebap tabii...İtalya'nın kışından ne olacak, iki çiziktir çık gez.

Neyse ben yazsaydım dediğim şarkı sözleri şöyle :


fallin' in, fallin' out
i keep fallin' in and out of sleep
i try to keep an open mind
as it all comes back to me
if only i could
find a way through here

i can feel it rushing through me
all these thoughts of no real meaning
they're in my head i can't control it
if only i could see this from the outside

turning on, turning off
the light that shines on me
i feel i'm gonna loose my ground
it's slipping underneath me
i'll try my best
to leave it all behind

i can feel it rushing through me
all these thoughts of no real meaning
they're in my head i can't control it
if only i could see this from the outside

sneakin' in, creepin' out
cause i don't want you to notice
i'm slowly starting to give in
it's in my hands, i can't hold it
if only i could
feel you now

17 Kasım 2009 Salı

Kuş kaçmış...

Hıck...

Kuş kaçmış...

Yok hıçkırık değil bu, ağlama efekti, yok ama ağlamıyorum.

Sadece bugün fren balatalarından bahsederken aklıma o güzel diyalog geldi.

..............

Bugün babamın doğum günüydü, daha doğrusu dün oldu artık değil mi...

Olsun benim için her gün onların varlıklarını kutladığım gün...Doğum günlerinde sadece bu işi topluca yapıyoruz.

..............

Şu kuş kaçması olayı canımı sıktı.

Şizofrenik & Manik-Depresif

Sevgili günlük,

Bir günü diğerini tutmayan insana ne denir?

Bazı normal insanlar var etrafımda; ne zaman görsem, konuşsam aynı modda, aynı şeylerden keyif alan, aynı şeylere sevinen, aynı şeylere sıkılan...Gıpta ediyorum bu insanlara.Aferin onlara.(Yoksa çok mu sıkıcılar? -Hayır ben daha sıkıcıyım.)

Anne, ben ne zaman normal olacağım?

-Olsun yavrum biz seni böyle de seviyoruz.

-Ben de kendimi böyle seviyorum.

14 Kasım 2009 Cumartesi

Cumartesi günü düşünce fırtınaları...

Düşünce fırtınası 1 : Gariplik

Nedensiz-karşılıksız-beklentisiz-zamansız sevmek ne garip bir şey...Küçükken de olurdu, geçiyor bir süre sonra.Bir insanın suratına bakıp "beni sevmiyor" dedikten sonra hala bunları hissediyor olmak...Etrafında pervane olan gerzek bir kızı izleyip kıskanmak...4 sene boyunca beraber gidilmiş olan sinemaya yine "beraber" gidip, ayrı yerlerde oturmak, ve film arasında iki laf edememek...Filmden sonra "beraber" bir kafede oturup sesini uzaktan dinlemek...Onun olduğu bir ortamda başka adamlara bakabilmek (evet gerçekten varlarmış)...Ve her cumartesi, neredeyse her hafta içi olduğu gibi, yalnızca biraz daha yoğun olarak, aynı hayali kurmak...Garip...


Düşünce fırtınası 2 : Yuppi?!





Veee sevgili günlük, birileri belki bu konuda çok sıkıntı içinde ama terkedilmiş olduğum ve sonrasında beni tam 19 saat duraksız ağlatabilmiş bir konuşmanın geçtiği kafenin kapandığını öğrendim.Dahası, yerine çok güzel anılarımın olduğu, hala da çok sık gittiğim kafenin bir şubesi açılıyor bunun yerine.Üzgünüm kapatan sevgili insanlar, ama inanın çok sevindim.Tek sorun, iyi kahve içilebilecek bir yer kalmamış olması...Neyse kahve içen bir insan değilim, sadece kızlarla ortak sevdiğimiz kalan tek yerdi.

Düşünce fırtınası 3 : 2012

Bence iyiydi...Tam tahmin ettiğim üzere filmden bir şeyler bekleyen arkadaşlarımız filmin rezalet olduğu kanaatine vardılar.Ama benim gibi sadece heyecan ve görsellik arayan arkadaşlar (ki benden başka 1 kişi vardı böyle), çok beğendik.Film başladıktan kısa bir süre sonra başlayan heyecan filmin son 2 dakikasına kadar dinmedi.Sürekli bir kalp çarpıntısı ve babaannem gibi iç çekmeler falan, filmin tansiyonunun hiç düşmemiş olmasından kaynaklanıyordu.Yanımda tek oturan çocukla tanışamadık, zaten ilgimi de çekmedi.Neyse filmden bahsediyordum...Bu filmde bile mantık arayan insanlara sesleniyorum : merhaba (nasıl sesleneceğimi bilemedim).
Ayrıca filmde 4+2 alınmış koltuklardaki oturma düzeni garipti ama bundan gariplikler bölümünde bahsetmem gerekirdi, geçti borun pazarı.

Düşünce fırtınası 4 : Cumartesi gecesi

Bir cumartesi gecesi daha geldi çattı...25. hafta sonu, ve ben hala ne yapsam diye düşünüp karalar bağlıyorum.Arkadaşlarla çıkılabilir tabii, ama nereye...Taksim kalabalık ve uzak, Kadıköy gereksiz, Sangria her zamanki şey...
Belki District 9'a gidebilirim, ya da bi şarap alıp evde izleyebilirim.Ya da haftalık dizilerimi tüketebilirim.


Düşünce fırtınaların özeti : 6 ay sonunda bu ayrılık olayına hala alışamadım, allah sonumu hayretsin.

(6 saat sonra)

Düşünce fırtınası 5 : Huzur

Kendi içinde o kadar huzursuz olan bir insanın bir fotoğrafı bile huzur verebilir mi? (cevap evet).

13 Kasım 2009 Cuma

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 1 - Arid, You Are

Yeni bir bölüm başlıyor blogumda : "Bir şarkı yazabilseydim"...

Genelde bu başlayan bölümlerim ilk yazıyla son buluyor, ama artık şarkı yapamayan, ve dinlediğim her şarkıda kendimi bulan ben, "ben yazsam bu kadar olurdu" dediğim şarkıları paylaşacağım.

Evet açılışı Arid ile yapıyorum.You are...Liseden beri severek dinlediğimiz bu grubun, bu acılı-agresif-çaresiz-pek hissiyatlı şarkısı, "keşke ben yazsaydım" dedirten cinsten...

Aşkı değil, aşktan başka/öte bir şey anlatan bu şarkının güzide sözleriyle sizleri baş başa bırakırken, "you are the murder inside" diye özetlemek istiyorum.


I want to live with you
In your beds of bliss
Want to hide out
In your tenderness
I want the world to be
Made complete
On your life I will feed

You are
The summer rain
You are
What I can't explain
You are
The hurt inside
You are
What I cannot hide

It's freezing you
You're frozen still
Memories
Come flooding in
Turn the reel
Reverse the past
Are you trying to make
This moment last?

I want to live within
I can't live without
I want to build it up
So it can break me down
I am gonna let him have
His way with you
Do all things
that I wanted to

And again, and again

You are

The murder inside

12 Kasım 2009 Perşembe

Eva Cassidy - Autumn Leaves




"...Since you went away the days grow long
And soon I'll hear old winter's song
But I miss you most of all, my darling
When autumn leaves start to fall..."

11 Kasım 2009 Çarşamba

2012 & Vat dı fak dünyanın sonu




Aylardır heyecanla beklediğim bu film sonunda bu cuma günü vizyona giriyor.Salonun 3te1'i şimdiden dolmuş durumda, biz de biletilerimizi aldık.Bu filmden çıktıktan sonra hayatımın bir anlamı kalmayacak olmasından endişe duyuyorum.O kadar heyecanla bekledim ki, bundan sonra bekleyecek bir şeyim kalmadığı için boşluğa düşebilirim.

Canım toblerone çekiyor.Pıff...


Eklenti : Veeeee bugüüüüün Sex and the City'nin 2.filminin Mayıs ayında vizyona gireceğini öğrendim ! Yaşasın yine heyecanla bekleyeceğim bir şey var !

8 Kasım 2009 Pazar

He's just not that into you...




"Girls are taught a lot of stuff growing up: if a boy punches you he likes you, never try to trim your own bangs, and someday you will meet a wonderful guy and get your very own happy ending.
Every movie we see, every story we're told implores us to wait for it: the third act twist, the unexpected declaration of love, the exception to the rule. But sometimes we're so focused on finding our happy ending we don't learn how to read the signs. How to tell the ones who want us from the ones who don't, the ones who will stay and the ones who will leave.
And maybe a happy ending doesn't include a guy, maybe it's you, on your own, picking up the pieces and starting over, freeing yourself up for something better in the future.
Maybe the happy ending is just moving on.
Or maybe the happy ending is this: knowing after all the unreturned phone calls and broken-hearts, through the blunders and misread signals, through all the pain and embarrassment...
You never gave up hope. "

3 Kasım 2009 Salı

Domuz Gribinden Korunma Yolları

1.Öpüşmeyin

(Sevgili edinmememin tek sebebi budur.)

2.Dinlenin

(Bütün hafta sonu uyumuş olmamın sebebi üzüntü-depresyon değil, tamamen grip önlemidir.)

3.İyi beslenin

(Ay çekirdeği çok besleyicidir, sıkıntıdan yemiyorum.Çikolatayı da tamamen besin değeri yüksek olduğundan dolayı tüketiyorum, mutluluk hormonu salgılatmasına falan ihtiyacım yok.)

4.Moralinizi yüksek tutun

(Bunun domuz gribiyle alakası yok.)

1 Kasım 2009 Pazar

30 Ekim 2009 Cuma

07.01.2005

"Acı çekmiyorum ben.Ama sanırım çekerdim, bekleseydim bu adamı, ve gelmeseydi..."
...Bir gün, rüyasında onu çok çirkin biri gibi gördüğünü söyledi.O da, o ana kadar yaşadıkları bütün konuşmalar arasında kendisini en çok büyüleyen cümleyi kurdu : "Ben ısrar ettikçe çirkinleşiyorum, sen hayır dedikçe güzelleşiyorsun, sonunda koskoca bir yalan çıkacak ortaya."...

29 Ekim 2009 Perşembe

Bir laylaylom havasına girdim koca depresif günün sonrasında.

Vega'ya selam olsun burdan.

Bir de cumartesiden kalma kırmızı şaraba...

28 Ekim 2009 Çarşamba

Great Lake Swimmers

Akşamdan kalma bir pazar sabahı, başlarımız çivileniyorcasına ağrırken, Bengü'nün dinlettiği, ve o günden beri dinlemeye doyamadığım bir grup...

"You would be nothing without me
I could be nothing
Said the waves to the sand
I could be nothing without you"

Bu müzikler, genel ruh halim, bu gece yine makyaj temizleyicisinden tasarruf yapmamı sağladı.

27 Ekim 2009 Salı

Lawrence

Sevgili günlük,

Bugün Lawrence benle konuşmak istedi.

Kutudan çıktığında yeni bir evde olduğunu görünce o kadar şaşırmış ki, bir an için bana kırgınlığını unutmuş.Sonra günlerce tutmuş kendisini, birini beklemiş konuşmak için.Ve bugün beni üzgün görünce dayanamamış...
Neden aylardır kendisini kapalı bir kutuda tuttuğumu sordu.Bunu sorarken aslında baş ucumdaydı, ama oldukça kırgındı."Böyle olması ikimiz için de daha iyiydi Lawy" dedim.Anlamadı...Sonra, Afrika'dan geldiğinde beni bulmasını sağlamış olan abisini sordu, "neden artık gelmiyor?" dedi."Böyle olmasını istedi Lawy, artık bu evde ikimiziz, ve ben artık daha güçlüyüm ki seni o kutudan çıkardım.Bir gün, sana söz veriyorum, başka bir abin olacak." dedim.Lawrence kaşlarını çattı,"Bir gün bu eve başka bir "abi" girecek olursa, beni sonsuza kadar o kutunun içine geri koy!" diye kükredi.Kendisini çok sevdiğimi, bunu yapmayı hiç istemediğimi söyledim.Eğer istemiyorsa sadece ikimizin devam edebileceğimizi söyledim.O an kızgınlığı yerini hüzne bıraktı ve benim mutlu olmamı istediğini söyledi.

Ve sonuç olarak, o gün geldiğinde, Lawy'yi o kutunun içine koyacağıma söz verdim.

İkimiz de ağlamaya başladık.Afrika'dan geldiği ilk günü andık.O'nun evinde beni beklerken nasıl heyecanladığını anlattı.Sonsuza kadar üçümüz birlikte olacağız sanmış..."Keşke hiç gelmeseymişim" dedi.Onu beraber geçirdiğimiz güzel günlerle avutmaya çalıştım.Hayatıma girdiği için çok mutlu olduğumu söyledim.Sonra sarıldık.Ben yelesiyle oynarken uyuyakaldı.Şimdi baş ucumda uyuyor.

Görmek istemediği biri bu eve girene kadar orada benle yaşamaya devam edecek.

Zor bir gündü sevgili günlük...Elbette ki daha kötü de olabilirdi, ama daha iyi de olabilirdi düşüncesinden kopamıyorum.Ve biliyorum, bir gün daha iyi bir gün olacak, herkes için...

Paralel vs Gerçek Hayat

Sevgili günlük,

Bugün paralel hayatımda muhteşem bir şey oldu!

Sabah 8 sularında denizdeyken Michael seslendi, arayan babamdı.Her neyle uğraşıyorsan koş hastaneye dedi, ben de Şükrü'yü bırakıp, giyinip hastaneye gittim.Bir de ne öğreneyim...Sevdiğim bütün insanlar ölümsüzmüş!Bugünden itibaren kimse bir gün bile yaşlanmayacak, ve kimse hastalanmayacakmış.Bu mutlu haberi duyan bütün aile bireyleri hastaneye geldiler.En yaşlımız olan babaannemi sonsuza kadar 87 yaşında kalacağı, benim düğünümü ve çocuklarımı göreceği için tebrik ettik.

Ama ne yazık ki gerçek hayatımda ne ben, ne babaannem, ne de ailem bu kadar şanslıydık...Babaannemin düğünümü ve çocuklarımı görme olasılığı sanırım baya azaldı.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Bilinç Akışım Geldi Hanım !

büyük ada...merak...değişim...fight club...orman...fular...güven...yalancı aşk...koku...soğuk...ölüm kapımı...okul...sabahlamak...msn...özlem...tutku...sır...11 dakika...okul kantini...gizli not...yeşil beyaz çizgili gömleğim...mor...yara...suçluluk...rahatlık...son...özlem...yine...gazlı soba...yağmur...son...kıskançlık...kinyas ve kayra...spirus...parle-moi...merak...korku...sahil...mart...sıcak şarap..tarçınlı kurabiye...kahverengi paltom...göztepe ışıklar...doth i protest too much...gökhan...berrak...çikolatalı pasta...renkli çizgili tişörtüm..."O"...datça...kumsal...hastane...telefon...tekne...murat...duvar...başak...cinnet...yardım...motor...adını bilmediğim o koku...telefon...korku...2 karış...deniz...yıldız kayması...yumruk...dilek...su...yeni bir ev...nescafe...roxette...3...o mesaj...kristal...beyaz fırın...msn...itiraf...mutluluk...heyecan...ikea...laptop...ebru...sahil...yürümek...oturmak...his...ilk öpücük...mavi-beyaz kareli geceliğim...büyük konuşmak...güven...gerçek aşk.......................................................................................................................................................... sarsıntı...kayıp...özlem...yeni yaşam...ağlamak...gülmek...güçlü olmak...ağlamak...inanç...doth i protest too much...ağlamak...


Sonu yok bunun...Burada kesiyorum şimdilik...

Şu an çok gevşemiş ve arınmış olarak bugünü de geride bırakmak istiyorum.

Acilen doğaya açılmam lazım...

ağaç...çimen...dalga...deniz...sessizlik...

Tamam yeter...Rüyanda anca görürsün git zıbar.
Konu 1 : İyi Niyet & Güven

Dezavantaj : İyi niyetin ve güvenin fazlası zarar, sonra bir anda haklıyken kendinizi haksız konumda bulabilirsiniz.
Avantaj : İnsan ilişkilerinde gereklidir.
Yapılması ve Yapılmaması Gerekenler : Eski erkek arkadaşla ortak olan bir arkadaşa, 3-5 günlüğüne salakça bir ilgi duyulmuş birinden bahsetmek, eski erkek arkadaşa çok güvenilmesine rağmen kendini ifade edemediği bir durumdan "sana güvenmiyorum" izlenimi vermek, üstüne tüm bunlardan kendini sorumlu tutmak yapılmaması gereken bir şeydir.

Konu 2 : Rüya Tabirleri

Rüyada tanımadığınız yakışıklı bir erkek tarafından, ıssız bir yol kenarında, arabanın içinde, ayak masajı yapıldığını görmek : Pek hayra alamet değildir, hele ki yukarıda bahsi geçen konularla yorulmuş bir beynin, gece uyuduğu anda bu rüyayı görmesi, üstündeki fiziksel ve ruhsal yükün tahammül edilebilir son aşamada olduğuna delalettir.Acil bir ayak masajına ihtiyaç vardır.

Rüyada eski sevgilinin, çöpçatanlık vesilesiyle tanıştırıldığı, beğendiği, sizden genç ve güzel olan kızla tanışmak ve elele tutuştuklarını görmek : Bu da pek hayra alamet değildir.Aradan 5 ay geçtikten sonra isterse Yıldız Tilbe'yle olsun, isterse Monica Belluci ile, kıskanmak mantıksızdır.Ama belli ki bu durum gerçekleştiğinde pek iyi hissedilmeyecektir.O yüzden yapılabilecek en iyi şey kendini beğenen, seven birini bulup acilen izdivaça başlamaktır.Ne demişler, çivi çiviyi söker.Ama bu devirde nerde öyle çiviler...

Konu 3 : Unuttum

Unutmak günümüzde gencinden yaşlısına bir çok insanın büyük bir sıkıntısı haline gelmiştir.Gerek yorgunluk, gerek depresyon, gerek anemi ve tiroid problemleri unutkanlığa yol açabilir.Konuya dair hatırladığım tek şey, 3.konuyu unuttuğumdur.

24 Ekim 2009 Cumartesi

I love you, man !




Böyle bir kapağı olan, adı "i love you man" olan bir filmde bile neden evlilik teması vardır?

Film güzeldi neyse ki evlilikten çok kankalık müessesini anlatıyor.

Zaten bir cuma akşamı tek başına güzel bir film izleyip patlamış mısır / ay çekirdeği keyfi yapmaktan ve akabinde çamaşır asıp tek başına uyumaktan daha güzel ne olabilir?

23 Ekim 2009 Cuma

Bir kulunu çok sevdim, o beni hiç sevmiyor Kalbimi ona verdim artık geri vermiyor...

Sevgili günlük, bugünkü konumuz oturduğu yerde kendini sakatlayan salak insanlar ve aşk.

Oturduğu yerde gerinirken boynu tutulup kalan salak ben oluyorum.

Aşkla ilgili bir şey de bilmiyorum.

---Belki de çok aşığım bilmek istemiyorum.---

22 Ekim 2009 Perşembe

"I want something else, to get me through this..."

Bir ben var benden içeri.

Bugün işe gelirken paralel hayatımda bugünü nasıl geçiriyor olacağımı düşündüm.

Deniz kenarında, bir koyda tek başına olan evimde (bora bora, bahamalar falan, o civarda), yanımda Scofield ya da Marshall(bu konuda gerçekten kararsızım) ile uyanıp, yatak odamın balkonundan denize atlıyorum.Evcil hayvanım Şükrü (yunus paluu) ile biraz yüzdükten sonra, kahvaltı etmek için eve geliyorum.Ne görsem beğenirim, nutellalı krepler ve tropik meyvelerden oluşan bir kahvaltı hazırlamış bizimki (hala karar veremedim, ama kahvaltı kısmı Marshall'ı çağrıştırdı).Tabii ben paralel hayatımda 63 kilo falan olduğum, ve garip metabolik sorunlarım olmadığı için, en kaygısız halimle o muhteşem kahvaltıyı mideye indiriyorum.Sonra mecbur iş...E nasıl yaşayacağız...Saat 11 civarı, küçük vespamla evden çıkıp, kuş cıvıltıları içinde, küçük bir sahil kasabası olan AwesomeCity'de, deniz gören müstakil ofisime gidip, bir kaç mail okuyup, insanlara şunu yapın bunu yapmayın diyip, bir kaç saat tasarım yaptıktan sonra (ha söylemeyi unuttum çok ünlü bir mimarım), saat 3 gibi mola verip tekrar yüzmeye gidiyorum, Şükrü acıkmış onu besliyorum falan...Saat 5 gibi kasabadaki herkesin katıldığı bir eğlence oluyor, her akşam!Göbek yapmayan biralar, kalori içermeyen Bacardi'ler eşliğinde, muhteşem bestelerimle kasaba halkıyla hep beraber eğleniyoruz.Bu arada Tarja Turunen de benden özel ders almak için arayıp rahatsız ediyor ara sıra, ben de kıyamıyorum haftada bir, 2 saat ders veriyorum 500€ karşılığında, hayır işi işte naparsınız...Şenlikten erken ayrılıyorum, e tabii hava kararmadan son bir deniz yapmak lazım.Scofield ile (burada kesinlikle Scofield, Marshall dursun bi kenarda lazım olur) küçük teknemizle biraz açılıp, evimizin biraz ilersindeki falezlere gidip dalıyoruz, bizim Şükrü de kız arkadaşıyla gelmiş, bizle beraber dalıyor (çapkın Şükrü).Dalış sonrası kendi tuttuğumuz balıklarla, teknemizde akşam yemeğimizi yiyoruz.Scofield rakı-balık yaparken Tanju Okan'dan, rum müziklerine geniş repertuarlı bir müzik ziyafeti sunuyor.Güneş battıktan sonra, teknemizle evimize dönüyoruz.Tüüü, bir de ne görsek, bizim arkadaşlar kapıda kalmışlar!Ted, Barney, bizim kızlar ve sevgilileri verandada oturmuş, içmeye başlamışlar bile.Ebru gitar çalıp şarkı söylerken, biz de onla eşlik ediyoruz.E artık geç oluyor, arkadaşlarımız yan koylardaki evlerine giderlerken, biz de bütün ön cephesi deniz gören odamıza çekiliyoruz.Nem yok, sinek yok, camları da süs olsun diye yaptırmışız zaten, kapı baca açık huzurla uyuyoruz.

Ay süper bir hayatım varmış be, yazarken imrendim yani.

20 Ekim 2009 Salı

Up




1.salaklık 3 boyutlu filme, 3 boyutsuz oynatıldığı sinemada gitmek oldu.

2.salaklık, günü kurtarması için gidip film boyunca muhtelif yerlerde ağlayıp, film sonrası direksiyona kapanıp hüngür hüngür ağlamak oldu.

Muhteşemdi her şeye rağmen.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Aşkın 500 Günü (Diğer adı : Vat Dı Fak)




Çok mu beğendim?Yoo...Kötü müydü?Kesinlikle değil.

Araya serpiştirilmiş Amélie alıntıları dışında, o kadar gerçekti ki, bu filme karşı pek bir şey hissedemedim sanırım.Belki de bu da aylar geçtikten sonra dönüp bakıldığında, "vay be güzel filmmiş" denen cinsten...

Ben geçmişteki 4 senelik ilişkim hakkında bir film yapsaydım, bu filmle bir çok ortak sahne içerebilirdi.

Örnek 1 : Kız ve erkek güzel vakit geçirmekteler, ama kız geri zekalı, ben ilişkiye hazır değilim diyip duruyor.2005 senesine kadar tipik papilliamachaon durumu.

Örnek 2 : Kız yelkenleri suya indirmiş belli çocuktan hoşlanıyor.Ve ilk olarak elele tutuştukları yer Ikea.(Bu sahne Başak'ın "yuh dananın kuyruğu" diyerek gözlerinden yaşlar süzülen ilk sahne.)

Örnek 3 : Kız suratsız, çocuk gülümsetmeye çalışıyor, kızın umru değil...Çocuk elini tutmak istiyor ve kız elini çekiyor...Acıtan bir sahne daha...

Örnek 4 : Roller değişiyor...Ayrıldıktan sonra bir trende karşılaşıyorlar ve karşılıklı oturuyorlar.Yine deli gibi gülüyorlar eğleniyorlar.İnsan diyor ki "derdin ne be kadın".

Gibi gibi...

Sonuç olarak...İlişkiler zor şeyler, aşk falan...

Ama, filmin de dediği gibi, herşey tesadüften ibaret.

2 Ekim 2009 Cuma

Bir kulunu çok sevdim o beni hiç sevmiyor.

Üsküp



27 Ağustos 2009 Perşembe

7 Ağustos 2009 Cuma

...karar verdim, sevgililik güzel bir müessese.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Başak - Kurşunsuz euro diesel

Benzinci - Kurşunsuz euro diesel? Puhahahah !!?!??!

...

Benzinci adamlara maskara olmak...

3 Temmuz 2009 Cuma

24 Mayıs 2009 Pazar

Vardar kıyısında oturdum ve...




Bir Üsküp maceramızın daha sonuna geldik...

Bir akşam spordan çıktım ve bugün aklımın gerektirdiği gibi değil, ruhumun istediği gibi yaşayacağım diyip, bir bira ve bir paket fıstık alıp kendimi Vardar'ın kıyısına attım (Bkz.yukarıdaki fotoğraflar)...

"Bunu çoktan hakettim" diyerek biramı açtım ve Diana Krall eşliğinde düşüncelere daldım...

Biraz hayal kurdum, biraz geçmişi tarttım...Bir insanın yalnızken yapacağı standart şeyler işte...

Bu mesleği neden seçtiğimi bir kez daha anladım...Başından sonuna her adımında çalıştığım ilk projemin bitiminde yaşadığım tatmin duygusu, bütün o yorgunluğuma, strese, sinire değdi sonunda...

Özetle...

Gençler !

Mimar olun...Sadece tüketmeyin, üretin...Hatta az tüketen binalar üretin (bu kısmına daha gelemedim)...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yazamadığım, yazacak birşeyim olmadığı (ki ne zaman oldu aslında...), gerçi zamanımın da olmadığı bir dönem...
Şu an ofiste bu yazma-yazamama-ama illa ki yazma durumunu yaşıyor olmak yerine, sahada insanları sadece 3 saatiniz kaldı diye gaza getirip koşturmam gerekiyor.
Ama artık gerçekten yorgunum.
Tek hayalim, daha kimsecikler yokken, Özil'in sarı ve ince kumlarında, buz ve cam gibi sudan çıkıp, akşam üstü 5 sularında etkisi kırılmış güneşin altında uyumak...Ve akşam aynı sahilde, ayın hiç görünmediği bir gecede, kayan yıldızları izleyip bira içmek...
Eskiden her sene en az 2 hafta yaptığım bu aktivitelerin şu an hayal yerini almış olması ne kadar üzücü...
Hani Datça'dan dönülmüştür, özlemin başladığı Ekim-Kasım aylarında eliniz bir çantanızın içinde ya da bir pantalonunuzun cebinde kalmış kumlara dokunur...
Öyle bir içim acıdı bugün...

12 Mayıs 2009 Salı

Başak Anlatsın Biz Yiyelim Köşesi



Evet sayın izleyiciler, bugün ne yemek istersiniz?

Sizin ne istediğiniz beni pek ilgilendirmez ama şahsen benim hayallerimi Marpop süslüyor bugünlerde...

Bu mükemmel icat, seçtiğiniz bir çeşit dondurmaya, yine sizin seçtiğiniz malzemelerin katılması suretiyle yapılan bir karışımdır.

Marpop ilk açıldığında bana bile çok gelen bir porsiyonla başlamışken bu işe, şimdi pek de yetmeyen (aman daha iyi) bir boyuta inmiştir.

Beni, Marpop adına yazı yazacak noktaya getiren sebepler zincirine gelirsek...

Sabah nesfit ya da sandviç, arada elma, öğlen nesfit, meyva salatası ya da sandviç, arada yine elma yiyerek beslenmeme, akşam dışarıda yediğimiz yemeklerde sofrada dünyanın en güzel şarapları dururken su içip, yeşil salata yemeye çalışmama, ve son 2 hafta hariç her hafta düzenli 3 kere spor yapmama rağmen kilo alabiliyor olmam, bu dünyada bazı insanların şişman kalarak, dünyanın eksenini koruması adına ulvi bir görevleri olduğu teorisini geliştirmeme sebep olmuştur.

Bu durum da kendimi özel hissettiriyor.Dünyanın dengesi için varım.

Bunun bir kanıtı da var...Mesela İstanbul serin ve yağışlıyken İstanbul'a geldiğimde hemen güneş açıp, hava ısınmıştı.Demek dünyanın ağırlık merkezini değiştirip, caanım İstanbul'umuzu güneşe biraz daha yaklaştırıyorum.

Bu sebeple belki de meteoroloji uzmanları tahmin yaparken ben ve benim gibi bu ulvi görevle kutsanmış tüm şişman insanlarla, o hafta içinde yapacakları yolculuklar hakkında röportaj yapmalılar ki, ağırlık merkezinin ne kadar değişeceği, iklimleri nasıl etkileyeceği konusunda bir fikirleri olsun.

Gördüğünüz gibi sayın izleyiciler..Bazılarınız zayıf olduğunuzda dünyamızın yörüngesinden çıkıp uçma tehlikesine karşı, biz şişman insanlar bu görevle kutsandık ve sizler için bu fedakarlığı yapıyoruz.

Bunun karşılığında İstanbul'a geldiğimde bir marpop sefası yapmayı bana borç biliniz.

1 Mayıs 2009 Cuma

26 Nisan 2009 Pazar

2 böcekten sonra, 1 adet dün gece, 3 adet bu sabah olmak üzere, evde gördüğüm böcek sayısı 7'ye çıkmıştır.

25 Nisan 2009 Cumartesi

Evet...Benim hayatım bile zor...

Sabah 7'de kalkarsın...7.30'da evinin önünden alan servisle şehir dışındaki şantiyene gidersin.Önce maillerine bakarsın, mesleğine hakaret eden iş verenine iyi davranmak zorundasındır...Baretini geçirip her adımında izin olan binaları gezmeye başlarsın...Hiç bir şey çizim üzerindeki gibi kolay değildir...Bir yandan zamanla yarışırken, diğer yandan hala "bu duvarın rengi daha iyi olabilir miydi?" diye düşünürsün...Beline o ağrılar saplanıp, topallamana sebep olsa da hala gezilecek çok oda, çözülecek çok sorun vardır...Bir kaç saat sonra kalan işlere devam etmek için ofise gitmek üzere yola koyulursun.O çok sevimli bebek köpek en sevdiğin pantalonunu deler ve bir şey yapamazsın."Sevgili köpek, üstüme olan tek pantalonumu deldiğin için sana çok kızgınım..."Ve köpek kuyruğunu sallayarak öylece bakar...Bütün bir gün ofis-saha-saha-ofis koşturmacasından sonra günlük toplantıya girersin.Aynı zamanda baban olan patronun ertesi gün vazgeçeceği duvar yıkımına engel olduğun için herkesin ortasında sana bağırır.Boğazın düğümlenir, ağlayamazsın.Toplantı en sonunda biter, akşam 8.5 olmuştur artık saat.Herkes servise binerken, toplantının dağılmasından faydalanıp kendini tuvalete kapatıp hüngür hüngür ağlarsın.Sonra yüzünü yıkayıp babanın arabasıyla yemeğe gidersin.Yaptığından üzüntü duyduğu her halinden belli olan patron başka konular açarak konuşmaya çalışır.Huzursuz bir akşam yemeğinden sonra 81 basamak çıkarak dairene gelirsin, tek dileğin cumartesi akşamı banyo yapıp, bir bölüm Lost izleyip erkenden uyumaktır, ne de olsa pazar yine işe gideceksin.Derken bir bakarsın evde yalnız değilsin, antenli siyah çirkin ev arkadaşın misafirperverliğini tüm apartman böceklerine yaymış olacak ki, 2 tane arkadaşını getirmiş olduğunu görürsün.Büyük bir başarıyla nakavt edersin ama öldürmen ve tuvalete atman yarım saatini alır.Her kuytuyu delice ilaçlarsın.Kaşına kaşına banyoya girmek üzere soyunursun, ama su buz gibidir...Yine giyinip bu yazıyı yazmaya karar verirsin.Bilgisayarına doğru yürürken ilacın etkisiyle deliğinden çıkmış olan başka bir böcekle karşılaşırsın.Bu sefer bir seri katil edasıyla soğuk kanlı bir şekilde o canlının da hayatına son verip kendini balkona atarsın.Çünkü evde böcek ilacından solunacak hava kalmamıştır artık...

Böyle işte...

Bakıldığında bir eli yağda, bir eli balda, mesleki tatminini yaşayan, büyük bir hayali gerçekleşmek üzere olan, çok güzel bir aşk yaşıyor olan benim bile hayatım zor.

Hala kaşınıyorum, balkonda üşüyorum, ve bir yandan içeride yeni böcek var mı diye kontrol ediyorum.

7 Nisan 2009 Salı

Mim Konusu - 1 - Bu aralar aklımı kurcalayan ve almak için yanıp tutuştuğum 3 şey?

E madem mimlendik, hakkını verelim...

Öncelikle, almak için yanıp tutuştuğum şeylerin adedinin 3 olmasını gerçekten dilerdim.Ama diğer yandan sadece 3 adet yazmak kendimi çok zengin de hissettirebilir.

1.Şu sıralar internette olsun, sokaklarda olsun, bakıp bakıp iç çektiğim şeylerden başta geleni lensler...Tabii tutun ki param var, tutun ki bu lenslerden 5 tane aldım...Bunları kullanacak vakit ve kapasite olmaması ayrı bir durum...



2.Veee bir başka baktıkça iç geçirdiğim varlıklar grubu : Taschen yayınları başta olmak üzere, renkli kuşe kağıda basılmış, yok küçük evlerdi, yok banyo dizaynıydı, oteldi, wright'ti, özetle her türlü mimari kitap...Bunlardan da ilk sırayı alan tabii ki "World Architecture"."Altı üstü bir kitap neden almıyorsun ki?" diyenlere Amazon fiyatının 200$ olduğunu belirtmek isterim ki, ilk geldiğinde Türkiye'de 450TL'lerdeydi...



3.Her ne kadar sonuncu olmasa da, buraya yazacak sonuncu ve ennn imkansız istediğim şey ise bir interrail bileti...Artık pek mümkün değil, gerek iş yoğunluğundan, gerek artık 13 kiloluk bir çantayla gezmeme imkan vermeyen fıtıklı yaşlanmış belimden dolayı...





Bazı şeyler için paranız olduğunda zamanınız olmaz, zamanınız olduğunda paranız olmaz.Ben şimdi o objektifi alsam ne yapayım, ofisin fotoğraflarını mı çekeyim?
Bazı şeylere ne yapıyoruz?"Kısmeeet" diyip geçiyoruz...

Almak istemeyip de aldığım tek bir şey var sanırım; kilo...

Özetle, herşeyin başı sağlık.

28 Mart 2009 Cumartesi

Yıllar sonra ilk kez ne dinlesem diye düşünüp, Pinhani'nin "Dön Bak Dünyaya"sını dinleyeyim dedim.Başladığı anda tüylerim diken diken oldu.Bir sebebi var, artık yok, ama bir zaman vardı.
O günlere dair hatırladığım çok şey var.O uyumadan başlayan ilk sabahki kahverengi gökyüzünü hatırlıyorum, ve bardaktan boşanırcasına yağan yağmuru...
Sahili hatırlıyorum, bu şarkıyı, patenlerimi...
Tüm bunlar aklıma geldiğinde hala içimin acıması ne garip değil mi?

Yıllar geçmiş olmasına ve üzüntü kaynağı en güzel şekliyle kaybolmuş olmasına rağmen...

Ah be...Sağlam acımış canım...

27 Mart 2009 Cuma

İnsan hayatı boyunca hayal ettiği, ve en umutsuz olduğu anda gerçekleşen bir hayali için ne hisseder...
Ben anlatayım...Şaşkınlık, aşırı bir mutluluk, daha önce kimsenin görmediği 20 yaş dişlerimin görülmesi, durup durup gelen ağlama isteği, motivasyon, bugüne kadar bana yaptığı ve yapacağı her şey için daha çok çalışma isteği, dini bütün bir insanmışçasına her aklıma geldiğinde ciddi ciddi şükretme durumu...
Interraile çıkarken, sırtımda 13 kiloluk çantayla vapurla karşıya geçtikten sonra, ancak trene binince "bu gerçekten oluyormuş" dediğim zaman gibi, sadece o kapıdan girdikten sonra anlayacağım bunun ne kadar gerçek olduğunu.

25 Mart 2009 Çarşamba

Dayanamadığım Sesler...


Burun çekmek
Ağız şapırdatmak
Sıcak birşey içerkenki höpürdetme


Ve şu an hepsini aynanda duyuyorum...Yazık bana...

16 Mart 2009 Pazartesi

8 Mart 2009 Pazar

İş kadını olduğumu anladığım an, bir zamanlar sadece babamın iş seyahati öncesi gömleklerini özenle katlayıp valizine yerleştirirken, şimdi kendi gömleklerimi katlıyor olduğum an oldu.Herhangi bir gün üzerimde görülmeyecek bu gömlekler, aslında 2.5 yıldır içinde yaşadığım bu iş hayatının dokunabildiğim somut kanıtları oldu.
Ama...

"...biraz fazla içtiysem kime ne...kim demiş aklımdan zorum var, dansetmeye ihtiyacım var..." diye aslında ilk duyduğumda nefret ettiğim ve şu an bağıra bağıra söylediğim bu şarkıyı dinlerken, diğer yandan jelly bean yiyen bir iş kadını ne kadar olunuyorsa, o kadar işte...

Shaft'ım gelmiş de, geç kalmışım...

5 Mart 2009 Perşembe

Yaşar Alptekin...Hastasıyız...

Seneler sonra bilinç akışım geldi...

rüya...ada...turuncu...çiçek...bisiklet...deniz...sessizlik...dalga...cinnet...sıkıntı...
bencillik...gevezelik...nefret...zorunluluk...nezaket...geyik sürüleri...kağıt hışırtısı...sesssss...
elma...armut...ve kel mahmut...artık yağmayan kar...çığlık atma isteği...rakı...uyku...
tuğrul...tuğrul...tuğrul...huzur...kahkaha...nargile...uff çok fena nargile hem de...profiterol...hareketsizlik...koşmak...yüzmek, ama denizde...dalmak...kum...sırt çantası...gezmek...fotoğraf...renkler...s/b...diğer sb...avlu...gri etek...megadeth...buse...ölüm...taş...gitar...elbise...gün batımı...meltem...yine kum...ve yine ada...mizan...my istanbul...özlem...hapis...nefret...

1800 ytl bekar bir bayanın tek başına yaşam isteğini ve mutluluğunu karşılayamıyorsa, günde 14 saat çalışmak nedendir?Ve bu geçmeyen baş ağrısına katlanmanın iyi bir yanı, bir avuntusu yokken, uyuma isteğini bastırmanın bir yolu var mıdır?





27 Şubat 2009 Cuma


"İçimde bir şey var" dedi, bebeği oldu

27 Şubat 2009

A.A


“Gazım var, içimde bir şey hareket ediyor” diye hastaneye giden kadının, hamileliğinin son günlerini yaşadığı tespit edildi.


İçimde bir şey var dedi, bebeği oldu














Her daim gazlı ve göbekli bir insan olarak bu haber beni müthiş dehşete düşürdü..

24 Şubat 2009 Salı

Bugün senelerdir yaşamadığım kadar büyük bir migren atağı yaşadım.Beyin kanaması mı diye de düşünmedim değil.2 Excedrine, biraz reiki sonrası kendimden geçmişim masanın üstünde.Şimdi insancıl bir baş ağrısıyla beraber yaşadığım sersemliği atlatmaya çalışıyorum.O neydi uff...

10 Mart gidiş, 4 Nisan dönüş...

Ada planım yatacak gibi...Üzücü...

Makedonya'da bulunduğum süre boyunca krepçiden sadece 2 defa faydalanacağıma şeref ve namus sözü veriyorum.Hatta 1 kerede kalmaya çalışacağım ama şerefim üzerine bu konuda söz vermek zor geldi, tamamen irademe kalmış...

18 Şubat 2009 Çarşamba

Dün Gazanfer Özcan vefat etti.78 yaşındaymış, bilmiyordum.Sadece çok üzüldüm.

Diyecek bir şey yok, huzur içinde yatsın...

13 Şubat 2009 Cuma

Ada...Ev...

Uff...

10 Şubat 2009 Salı

Ve bir hastalık geçti...Ne bronşitmiş ama...Hala da öksürüyorum.

Ve ben müziğe dönme planlarıma başladım.İlk adımım aylar hatta belki sene(ler) öncesinde başladığım bir besteyi sonlandırmak olacak.Gitarı elime henüz almasam da, dinleyip düşünmekteyim.

Şarkının adı "yanlış yer".

Sözlerini ip ucu vermem.

Şarkıyla ilgili şu ip uçlarını verebilirim : 3 akorlu, depresif.

30 Ocak 2009 Cuma


Keşke rakundan sonra beni üzen bir şey olmasaydı...

Ben tüm tanıdıklarıma iletmiş olsam da, burada belki tanımadığım 3-5 kişiye denk gelir umuduyla paylaşmak istiyorum.Nehir adındaki bu minik, güzel çocuğun tedavisi için yardım kampanyası var.Sabancı Üniversitesi'ni aradım, kampanya gerçektir.Lütfen az da olsa yardım edin.Damlaya damlaya göl olur ve güzel kız bu korkunç hastalıktan kurtulur...

29 Ocak 2009 Perşembe

Rakundan beri beni güldüren, heyecanlandıran, üzen, sevindiren hiç bir şey olmadı.

Dün gece alarmımı kurarken, 29.01.2009 tarihini görünce 2009'un asal olup olmadığını düşündüm.Teker teker bölünebilme kurallarını düşündüm.7'ye bölünebilme kuralını hatırlamadığım için telefonumu elime alıp, 2009'u 7'ye böldüm.Cevap şaşırtıcı, 287...Ve sonra rahat bir uyku çektim.

İyi ki varsın rakun...

27 Ocak 2009 Salı




Hürriyet.com'dan aldığım habere göre, Rusya'da bir adam bir rakuna tecavüz etmeye kalkmış ve rakun adamın penisini koparmış.Bu süper ilahi adalet hikayesinin baş kahramanı rakun huzurlarınızda...(Tabii eminim bu rakun o rakun değildir de, öyle düşünmek istiyorum.)
Keşke blogumda müzik çalabilsem...Vardır bir yolu belki, ya da olacaktır...Şimdilik sadece tavsiyeyle yetinelim o zaman ve Ebru'nun yolladığı Clara Luzia'yı dinleyelim.Mümkünse hayal kurmayalım, biraz sürükleyici bir müzik...Adada ulaşılamayan turuncu bir evi, balkonunda bir ilkbahar gecesi kocaman bir hırkayla içilecek şarabı (Bazı anlar o kadar özeldir ki seneler öncesinden alıp, gelecek hayalinize taşımış bulursunuz kendinizi...), durup dururken gülümsemelere yol açacak deniz manzarasını, lodos kokusunu hatırlatır.

Evet belki de vazgeçtim dinlemeyin, eğer zaten o huzurlu evde hali hazırda turuncu bir yaşamınız yoksa...

23 Ocak 2009 Cuma

Bu sabah Bekir Coşkun okumak her zamankinden fazla dokundu...

Neden mi?

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/10836782.asp?yazarid=2&gid=61

Durduğum ve sustuğum için...

22 Ocak 2009 Perşembe

Bir de bugün gaipten lahmacun kokusu alıyorum...Ama sanki yemişim de o kötü koku kalmış gibi...Bugün herkes lahmacun kokuyordu sanki, şimdi de ben kokuyorum, ama yanına yaklaşmadım.Nedir acaba durumun vahameti?



Bugün izlediğim en acıklı şey...

Bu kadar üzüleceğimi düşünmezdim.Bu insanlara kızdım mı, onu bile bilmiyorum...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Huuu?Ya da uuuu...

Üsküp'e gidiyorum.

Hayırlısı olsun.

Amin.

12 Ocak 2009 Pazartesi

The Gooooonies !!!



Veee hayatımın filmini buldum!Buradan Emrah ve Mehmet arkadaşımlara ne kadar teşekkür etsem az.Çocukken, şu vhs-beta kasetlerin olduğu zamanlarda, bu filmi neredeyse her hafta kiralar ve izlerdim.Filmi arama sürecinde filmle ilgili hiç bir şey hatırlamamış olsam da, filmi izlerken replikler dün gibi aklımda beliriverdi.Tabii o zamanlar bilmez, anlamazdık da, bu bir Spielberg filmiymiş.

Efendim filmde bir avuç velet, evin tavan arasında buldukları eski bir haritada bahsedilen definenin peşine düşerler.Tabii ki her define filminde olduğu gibi, yalnız değillerdir.3 kardeş ve bir anneden oluşan İtalyan ailesi de işin içine girer.3 kardeşten bir tanesi (Sloth), filmin en sevdiğim karakteri olup, ailenin geri kalanı gibi kötü kalpli olmamakla beraber, yıllarca bodrum katında, korkunç görünümü yüzünden ailesi tarafından saklanmakta ve kötü muamele görmektedir.(Ayrıca ailenin kötü kalpli elemanları da çok sevimliler, belirtmekte fayda var.)



Sloth

Velet tayfasına gelince, klasik olarak, bir şişko, bir dahi, bir meraklı, bir artist ve bir yakışıklı delikanlı, ve biri gözlüklü, diğeri cheerleader olmak üzere 2 bayan var.
Ben meraklı olanı beğenirdim küçükken, diş telleri vardı.Aslında abisi daha yakışıklı ama herhalde o yaşımda bana büyük gelmiş.

Neyse...Bu muhteşem filmi izlemeyen çocuk olduğunu zannetmiyorum, ama sanırım şu yaşımızda izlemek çok daha fazla şey ifade edeceğinden, şiddetle tavsiye ediyorum.

5 Ocak 2009 Pazartesi

Yazmak ne garip bir ihtiyaç...Ve ihtiyaç duyarken bile yazamamak...Ağlamak isterken ağlayamamak gibi rahatsız edici...Bu kadar işte...İçim düşüncelerle boğulmuşken, kurabildiğim cümle sayısı 3 (sayıyla üç).