31 Aralık 2007 Pazartesi

cipralexi bıraktım...bunun resmiyet kazandığı an hiç hissetmediğim farklı bir özgürlük hissettim...
ama hani tedavi ilacıydı?kendimi yine öncesindeki gibi nefret dolu buldum hayata karşı...ilaçtan mı, yoksa her denememin başarısızlıkla sonuçlanmasından mı?
işimde başarısızım...oysa gitmek iyi bir fikir gibi gelmişti, uzakta yalnız olmak, tek başına, tüm güvencelerden, hislerden, alışkanlıklardan uzak bir arınma...
ilişkimde başarısızım...ama söz vermiştim kendime, bu sefer farklı olacağım diye...farklıyım da sanıyordum...yetmiyorum demek...bana da yetmiyor...hiç bir şey...ne ilişkim, ne işim, ne odam, ne müziğim...
yine gitmek istiyorum.yetiyor mu gitmek?kalbimin içinde taşıyorum bu siyah bulutu, gittiğim kentler kararıyor, sevdiğim insanlar, yürüdüğüm sokaklar...
oysa ki güzelim, siyah da olsam çoğu zaman...aşırı merhametliyim, biraz griysem bazen bu iyiliğin beyazlığından...
sevgi doluyum sevildiğimde, ama fazla geliyor bu sevgi sevdiğime...

...ve çekiliyorum artık,

bensiz daha mutlu olan herkesin hayatından, bensiz daha temiz olan her duygudan...

ben yalnızken, bensiz mutlu olandan daha mutlu, bensiz güçlü olandan güçlüyüm.



"Don't tell me my heart is like a stone
Because I--m sentenced to stand alone" (c) Ozan Alparslan.

9 Aralık 2007 Pazar

Yine gitmek, terketmek, kararlar üzerine...

Bir yazıya başlık koyunca yazmak daha zor oluyor.Ne kolay ki...Bir kez daha dönmek mi, hayallerinden vazgeçmek, sadece kendine ait bir yaşamı terketmek, yeni bir hayal kırıklığını hayatının bir parçası yapmak, yenilmek, emin olmadığın bir sebepten "yapamamak", en çok istediğin buyken, tek istediğin buyken, geride bırakmak mı, yoksa bunları ifade etmek mi...Hangisi daha zor...Çünkü biliyorum, yine içimden atmak isteyeceğim onlarca duygu ve düşüncem olacak, ve ben onlarla ne yapacağımı bilemeyeceğim...
Aradan 5 yıl geçmiş, ben hala Fransa'nın minicik bir kentinde sadece 5 ay yaşadığım evi, sokağı, meydanı, sokakları atamamışken içimden, şimdi sadece kendime ait bir yaşamı atmam gerekiyor.Hem de vakit daralmışken, herşey için...Her vazgeçişimde, 5 aydan fazlası gidiyor hayatımdan.Her vazgeçişimde, geleceğim için daha kaygılı oluyorum.
Fransa başkaydı...Küçüktüm...Ne yapmak istediğimi bilmesem de, bugün baktığımda geriye, yaptığım herşey doğruydu...Ama bunu bilmek atmadı içimden o kısacık yaşantıyı.
Şimdi...Şu anda biliyorum doğru yaptığımı, ve buna rağmen içimdeki bu başarısızlık hissi gitmiyor bir yere.Belki de bu his gittiğim yerlerden, yapmak isteyip yapamadıklarımdan çok, benimle ilgili.Ne yapsam istediğim kişi olamıyorum.Ne yapsam, "bu oldu" diyemiyorum.Hep bir eksik var.Ve ben tüm gücümü bu eksiği bulmak, tamamlamak için harcıyorum.Ve saat durmuyor.Sadece yeni hayaller unutturuyor geride bıraktığıma verdiğim anlamı.Adı üstünde hayaller...
Bugün içinde son günlerimi yaşadığım evi temizlerken, ilk geldiğimde bu kadar özenli olmadığımı farkettim..Terkettiğime, hayatıma girenden daha mı çok değer veriyorum?Belki de bu doğrudur, ve ölüm korkumu da açıklar.Müziği terkettim dedim, 1 sene sonra İstanbul'un en ünlü barlarından birinde kalabalığa şarkılarımı söylüyordum.Mimarlıktan nefret ettim dedim, 3 ay sonra bitirme projem jüri tarafından resmen takdir edildi ve en yüksek notla bitirdim.
Farkında olmadan kendimi avuttum bunları yazarken.Evet, o anda bana ağırlık ve acı veren her şey, eninde sonunda beni tatmin ediyor.Tek problem, yetinememem...Sanırım bu da normal...Kim yetiniyor ki sahip olduğu şeylerle...
İyi olacağımı, iyi olacağını biliyorum...Sadece bu süreçte içimde biriken bu ağırlığı, bu duyguyu nereye koyacağımı bilemiyorum.Ve tek terkedemediğim, benle yaşayan bu eksiklik...

4 Aralık 2007 Salı

ne var elimde
isimsiz bir geceden başka,
sıradan bir sabaha dönecek olan...
uzun, ve biliyorum, uykusuz...
ne var yanımda
tanımsız bir yalnızlıktan başka,
hırçın değil, sakin,
ve umursamaz...gitmez...
kalır ama öldürmez...
kırar ama bitirmez...
ama zihnimde dalgalar var
boğmayan,
batırmayan,
sadece belirsizliğe sürükleyen
gri karmaşalar...
kararsızlığımı yüzüme çarpan...
çevremde bir sessizlik var,
aramadığım kadar yoğun,
istemediğim kadar acımasız...
ne var içimde,
bu hissiz boşluk,
ve sonsuz belirsizlik dışında...
ama bir şarkım var sonunda,
hepsinden uzakta,
ve hepsinin yakınında.

9 Kasım 2007 Cuma

31 Ekim 2007 Çarşamba

Kendimi aciz hissediyorum.Dünyadaki kötülükleri, çirkinlikleri, şanssızlıkları, savaşları, hastalıkları, insanları kimsenin değiştiremeyeceğini bildiğim halde, ben değiştiremediğim içimde bir ağırlık var.Bir şeylere tepki verdikçe, karşılık gelmemesi bu yükü arttırıyor.Hep içime dönük kalabilseydim, eskiden olduğum gibi, daha huzurlu olur muydum?İnsanların kafalarına giremediğim için, "daha duyarlı olun, daha anlayışlı olun, daha objektif olun, empati kurun, barışın, uzlaşın..." diyemediğim için duyduğum sızı yerinde, kocaman bir boşluk olsaydı, daha hafif olur muydum?Yoksa o boşluk mu daha ağır yapardı beni?
10 ytl...Ne ifade eder bir insan için...2 paket sigara mı, bir öğlen yemeği mi, gidiş dönüş dolmuş parası mı, hobisi için aldığı derginin değeri mi, sadece beğendiği için alıp bir kenara attığı onca takıdan biri mi, bir fön parası mı, ya da manikür...dandik bir şarap parası mı, bir kaç kutu biranın mı...10 ytl ile yapılacak çok şey var.Ya da çoğalırsa...
10x20=fena değil bir cep telefonu
10x50=uzun zamandır almak istenen ipod
10x100=vitrine bakıp iç çekilen o akustik gitar
10x200=hayallerdeki fotoğraf makinası
10x1000=muhteşem bir ev tadilatı
10x4300=bir şans, 10x4301=daha büyük bir şans, 10x4302=daha da büyük bir şans, bir insanın iyileşmesi için...
200 küsür kişilik msn listemden sadece 2 kişi cevap verdi bu çağırıma.İnsanlar ne zaman bu kadar duyarsızlaştılar?
Onlar mı daha huzurlu, başkasının derdini içlerinde hissetmedikleri için, ben mi, insanlıktan bu kadar nefret ettiğim halde hala insani duygular besleyebildiğim için?

14 Eylül 2007 Cuma

Üsküp

Dün İstanbul'u neden sevdiğimi öğrendim.Üsküp'te, işimden evime yürürken...
Etrafıma baktım.O an bulunduğum noktaya 15 dakika yürüme mesafesinde olan canlı, kalabalık, sevimli, kocaman bir meydanın varlığını hayal etmeye imkan yoktu, öyle bir yerin varlığından haberdar olmasam.Sanki bütün şehir o an bulunduğum kahverengi cadde gibi, donuk, çamurlaşmış, insansız ve hissiyatsızdı.Işıklarda durdum.Köşesinde durduğum kavşağın bir yanında, Kadıköy rıhtımda yapılan yeni İş Bankası binasına benzeyen, ama biraz daha az çirkin bir bina vardı.Ve o an gözlerimi kapadım.Sol tarafımda deniz ve iskele vardı, biraz ileride leş gibi et kokan büfeler ve etrafında "aç" insanlar...Geriye yürüsem biraz, Beşiktaş iskelesinin önünden geçip, dolmuş durağına gidip, 80 kişilik bir sıra bekledikten sonra caddebostanda inip, sevgilimin evine gidebilirdim.Ve yeşil yandığında ötmeye başlayan o garip sesi duydum...Bip bip bip bip...Sol tarafa gitmem gerekiyordu, ve ben denize doğru yürüdüm, sadece gözlerim ıslandı.
Ve düşündüm...
İstanbul Barselona gibi sadece canlı, Venedik gibi sadece romantik, Hallstatt gibi sadece huzur verici değildi.İstanbul'du işte...Çirkin ama güzel, sıkıcı ama eğlenceli, gri ama renkli...
Ve sonra turuncu evime vardım.Hayallerimde sadece adı turuncu olmayan bir ev vardı.Ben de turuncuydum içinde.Ama bu turuncu evde, sadece koltuklar turuncu, havlular, bardaklar...Ben yine griyim, uzun zamandır hiç olmadığım kadar...

1 Şubat 2007 Perşembe

1.Bekir Coşkun 2.Starbucks

Şimdi ne alaka diyeceksiniz...Ama bugün bana dokunan birbirinden alakasız ve aslında özünde neden dokunduğuyla çok da alakasız olmayan iki yazı okudum.
Bekir Coşkun'un bugün Hürriyet gazetesindeki yazısını okumalısınız.Yarı cahil bir topluma "dert" anlatmaya çalışırken yine email saldırılarına maruz kalmış.İnsanların beyinlerinin nasıl çalıştığını çok merak ediyorum.Hani cahilini okumamışını geçtim, bire bir konuştuğum, okumuş, kültürlü diyeceğim insanlar arasında bile böyle düşünenleri var.Keşke biri çıkıp anlatabilse neden öyle düşündüğünü.Ama ne zaman böyle düşünen bir insanla tartışmaya girsem, olay hakarete varıyor.Tartışmayı bilmeyip karşısındakine hakaret yağdıran bu insanlara kendi fikrimi anlatamıyor olmak da benim başarısızlığım...
MİLLİYETÇİLİK IRKÇILIK DEĞİLDİR ! Ya da ben Mustafa Kemal'i anlamamışım.
Nedir bu kompleks?Nedir bu üstünlük düşüncesi?Hadi ona da tamam, diyelim öyle düşünüyorsun, farklı olanı katlettiğinde kimden üstün olacaksın, bu ezikliği nasıl doyuracaksın?Bunlara böyle anlatmak lazım herhalde.
İşte Bekir Coşkun da bu konudaki düşüncelerini dile getirmiş yazısında, aslında her zamanki gibi...Ama bugün daha bir dokundu, dünyadan ve olanlardan daha çok nefret ettim.Keşke eylemsizliğim oranında umursamaz olabilseydim...

Gelelim ikinci konuya...Taksim Meydanı'ndaki Marmara Oteli'nin giriş katındaki Kafe Marmara Starbucks oluyormuş.5 milyon dolarlık bir devir parası ödeyerek almış.Ben hayatımda bir kez gitmedim o kafeye, ama özellikle yazın neredeyse her gün gittiğim Caddebostan Schlozskys'in Starbucks olması kadar dokundu diyebilirim.Bahariye'nin boğası vardır, Bağdat Caddesi'nin yine hiç gitmediğim Divan'ı, Taksim'in de Marmarası...Belki Kafe Marmara'dan daha tıklım tıklım olacak, ama artık yürürken adım başı duyduğum kahve kokusundan tiksinir olacağım nereydeyse.Kış günlerinde güzel gelmeli oysa, soğukta yürürken önünden geçtiğin bir kafeden gelen kahve kokusu çekmeli değil mi insanı?Beni itiyor...Bu kadar simgeleşmiş, isimleşmiş bir kahve kültürü beni itiyor.Başlarda Kahve Dünyası'nın da "Starbucks iş yaptı biz de böyle bir işe girelim" düşüncesiyle açıldığını düşündüğüm için, oraya da soğuk bakıyordum.Şimdi tam tersi bu kadar güçlü bir yabancı sermayeyle rekabete girdikleri için takdir ediyorum.Kafenin bile markası mı olur, açayım size bir Başak Kafe hepsi kadar iyi kahve yaparım, ama gelmezsiniz...Çünkü oranın adı Starbucks...NEFRET EDİYORUM !


Şimdi gelelim iki konuyu bağlamaya...Ben sahip olduğu varlığı, ne olduğunu, nereden geldiğini, kültürünü, yaşayışını, herşeyden önemlisi DİL'ini koruyamayan bir toplumun, işine gelince "Milliyetçi" kesilmesini anlamıyorum; kendi milli ve kültürel varlığını korumuş ve iki millet arasında barış köprüsü olmaya çalışmış bir aydın öldürüldüğünde mesela...Belki de budur, bu kıskançlıktır.Bu sığ beyinlerin hiçbiri "ben yapamadım, o yaptı" diyemez.Ama belki bilinçaltında en azından bunun bilincindedir ve kompleksini öldürerek tatmin ediyordur.

Bekir Coşkun'un yazısıyla Starbucks bu yüzden bağlantılı işte, "farklı" diye öldürdükten sonra hayvani dürtülerini Starbucks kahvesiyle dindiren bir toplum yüzünden...