31 Mart 2010 Çarşamba

paralel hayatımda martın son günü..

çok yorucu bir gündü..sabah 10'da kalktık.o kadar yorgundum ki hala, kendimi evin önündeki iskeleye zor attım.

(oha yine 17.17, gerçek hayatta, burda şu an...)

neyse ne diyordum..yüzdük biraz, "mr." beni ayılttı.sabah sabah şükrü de geldi (evcil yunusumuz vardı ya), ailecek güzel vakit geçirdik denizde.ayıldıktan sonra işlerimize gittik..çok yoruldum iş yerinde..bir proje verdiler önüme, artık uzmanı olduğum kütüphane işlerinden, biraz önce konsepti bitirdim öyle söyleyeyim yani..

sonra sharon aradı, canı sıkkınmış konuşmak istedi.endişelendim ben de koşarak gittim.."söyle sharon, nedir derdin?" diye sordum, ağlamaya başladı..meğersem endorfin'in albüm satışları bunların önüne geçmiş, facebook'taki hayran sayım da sharon'ın hayranlarını geçmiş."arkadaşlığımızın bozulmasından korkuyorum" dedi.neyse ben de bir karar aldım, gothic rock'ta olabileceğim en iyi noktaya bırakıp, jazz'a geçmeye karar verdim.zaten "mr." da jazz sever.

bazen geceleri verandamızda denize karşı otururken ona şarkı söylüyorum..gerçi en çok songbird'ü seviyoruz..ben ona "and i love you, i love you, i love you, like never before" derken o da saçlarımla oynuyor.marshall ve michael'dan aynanda bu kadar hızlı vazgeçebileceğimi aklım hayalim almazdı."all in one" dedikleri şey bu "mr."..nasıl anlatsam, anlatamam..

şimdi ben denize karşı bunları yazarken o da akşam balığımızı tutuyor..ona bakıyorum, evimize bakıyorum..içime bir huzur akıyor..uff sıkıldım, gelsin de biraz sörf edelim, canım sıkıldı...

aklıma o boktan istanbul günü geldi, "mr." uzaklardayken, ben ofiste çılgın bir baş ağrısıyla günü bitirmeye çalışırken kurmuştum bu hayali..ofisten çıkıp metrobüse binmem, belki ayakta gitmem gerekecekti..ve o zamanlar şişkoydum bir de üstüne, bu yorgunluk ve baş ağrısıyla aptal fitness salonu havuzuna gidecektim..

hey gidi..neyse, "mr." beni çağırıyor, işi bitti herhalde sörfe gidiyoruz..

offf fransa'yı en çok bu yüzden özledim..

kahve çok sevmem ama bunu görünce canım çekti

30 Mart 2010 Salı

all i need (17.17 yine!)

havalar güzelleşirken..günler uzarken..mayıs yaklaşırken..hala kilo vermeyi başaramamışken..kış yorgunluğunun üstüne yine bir hastalık geçirmiş, onun da üstüne bahar yorgunluğuna yakalanmışken..yine bir haftayı bulmuşken..oha hatta 8. gündeyken...sanırım rekor kırmışken..23 nisanla ilgili gezi hayalleri kurarken ama cesaret edemezken..yeni dövmemi yaptırmak isterken ama param yok diye beklerken..bir dedektif olsaydım acayip para kırardım diye mevcut iş verimsizliğim konusunda kendimi avutmaya çalışırken...zamanımın çoğunu bilgisayara boş boş bakarak geçirirken..

gözlerimi kapattığımda kurduğum bir hayal var.

hadi şarkı söyleyelim :

"can you still see the heart of me,
all my agony fades away,
when you hold me in your embrace..
don't tear me down for all i need,
make my heart a better place,
give me something i can believe..
don't tear it down what's left of me,
make my heart a better place.."

29 Mart 2010 Pazartesi

korku..sivilceler..başka bir yer..

nisan gelir hoş gelir...

kızım kebe, sen şu aklından geçeni yap, osho da kimmiş git kendi yaşam koçluğu merkezini kur..

yaparsın..yok yapamazsın..aslında yaparsın ama yapmazsın..ama neden yapmayasın ki?

bak yazın, daha o yokken, sen almadın mı o bileti? bir şey dürtmedi mi seni oraya? sonra ne olduysa evren "hayır şimdi değil" dedi ve otel-pansiyon bulamadığın için iptal etmedin mi o bileti? ya şimdiyse zamanı? (17.17) buna garip bir şekilde inanıyorum..

gözlerini kapattığında olduğun yere (gerçekten) gitmek bu kadar zor olmamalı...

tırsak kebe...senin adın neden kebe? 3 günlük ömrün kalmış gibi yaşamak değil miydi hayat görüşün? çabuk unutuyorsun ufaklık..toparlan..

korkacak ne var ki? (titreme efekti)

herkesin çıkışı kendine..

28 Mart 2010 Pazar

cumartesi günün nasıl geçti kebe?

e güzel..ama daha güzel olabilirdi, o burda olsaydı, ben orda olabilseydim, bu dünya üzerinde birbirimize kavuştuğumuz bir mekan olabilseydi..

neyse..

4 duble rakı..1 viski (evet viski içtim ne garip değil mi)...1 bira...e yuh hala yazabilecek durumdayım..ben artık sarhoş olmuyorum, böylesi daha iyi ben sevdim bunu..

ayakkabı beğenemediği için bir ayakkabıyla seneler geçirebilen bir insan olarak bugün hayatımın rekorunu kırıp tam 5 adet ayakkabı aldığımı belirtmek isterim..tanesi 30-50 TL'den..aferin bana..

bu kadar içkiden bana kalan sadece bir baş ağrısı, salak bir gülümseme, ve uyku hali..

iyi geceler herkese, saatlerinizi bir saat ileri alın ki yarın güneş daha geç batsın ve bu vesileyle yaşama sevinciniz artsın (bana her sene öyle olur da..)

"i'm not saying because i'm drunk" ama ... evet söyleyemecek kadar ayığım bu kadar alkol sonrası..

26 Mart 2010 Cuma

Wristcutters - a love story



Epruli mi, wheneverland mi hatırlamıyorum ama kankalardan biri hard diskime bu filmi atıvermiş zamanında.Ben de malum nedenlerden artık ayda 86 TL taksit ödediğim televizyonumda değil de, her an ölebilecekmiş gibi duran 4.5 senelik bilgisayarımda ne izlesem diye düşünürken gözüme ilişti.

İnsanların intihar ettikten sonra gittikleri bir dünyada geçiyor film.Senaryoya, repliklere, arıza karaktlere hayran kaldım.Zaten arıza olup da hayran olmadığım karakter var mı şu sinema dünyasında..

İntihar edenlerin dünyasında kötü olan tek şey yıldızların olmaması..Bu beni baya üzdü.Ama intihar planım olmadığı için problem değil.

Ve benden bir parça filmden :

"A miracle will only happen when you least expect it to. When you don't even think about it."

25 Mart 2010 Perşembe

24 Mart 2010 Çarşamba

yokluk...

böyle zamanlarda varken yokmuş ve/veya hiç olmasa daha iyimiş gibi olduğu zamanları hatırlıyorum.o zaman yokluk anlam kazanıyor..

yokluk var..bir gün verdiğim karar doğru olacağı, ve ben birinin doğru kararı olacağım için...

teknoloji falan..




sebepleri bana kalsın ama bir süredir bu filmi arıyorum, bulamıyorum.internetten indirmekteyim şu an ama dvd'sini ararken yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kaseti buldum, 35 TL...

şimdi en pırıl pırıl görüntü ve sese sahip dvd'leri 5 TL'ye bile bulurken, bu eski kasetin 35 TL olması bana bir şey düşündürdü.evet, doğru tahmin ettiniz, eski yeniden daha değerli -mi?

bence değil..sadece ulaşması daha zor olduğundan pahalı, yoksa eskisi o kadar iyi olsaydı, teknoloji gelişme ihtiyacı duymazdı.haydi şimdi bu saçma cümleyi insan hayatına uyarlayalım..

22 Mart 2010 Pazartesi

hayat bir garip..

bu dünya üzerinde benim de mutlu olduğum günler vardı bir zamanlar..

-sayılı gün çabuk geçer..1,5 ay falan...söz veriyorum, iyi olacak her şey.

hıhı...buna da inanırım ben, "..yanlış anlama öyle bir niyetim olduğundan değil ama olur da bir gün ayrılırsak..." cümlesine inandığım gibi..

hava artık bahar kokuyor..bekleyemiyorum..içimde tomurcuklar büyüyor güneşi görünce..

20 Mart 2010 Cumartesi

Empty rooms..

Jeff Martin konserinde "ablan kurban olsun sana" diye bağıran bendim."Bazaar"la coştuk, "Messenger"la ağla-wait for it-madık! Evet Jeff Martin konserinde ağlamadım.."Messenger" çalarken şu an ara kablosu yanımda olmadığı için bilgisayarıma yükleyemediğim videoyu çekiyordum ağzım kulaklarımda, gelemeyen-ler için..

Ayıp bir şey bu, insan o yaşında o kadar yakışıklı olamaz, doğanın kurallarına aykırı..Ben son 1 ayımı acaba 7 yaş çok mu diye düşünerek geçirirken, Jeff Martin'e 25lik delikanlıymış gibi hayran gözlerle baktım.Kilo almış, gıdısı çıkmış, dünyanın en çirkin bıyığını bırakmış olmasına rağmen sahneye bir yüzük fırlatasım geldi.

Ve o ses, o performans..Grupsuz gelmiş, tek başına bu kadar coşturamazdı herhalde.Seneye de grupla gelme sözü verdi..Noldu Jeff?Türklere değmez ben tek giderim dediydin pek memnun kaldın herhalde seyirciden.Ve evet, biz de seni seviyoruz.

Geceye damgasını vuran olaylardan biri kimsenin bilmediği bir şarkıya aşık olmam, gidip dj'e sormam, dj'in bilmemesi ama konser sonrası cd'yi bana vereceğini söylemesi, sonra organizatörlerden birinin ağzına yumruk patlatıp kaçması, ve geldiğinde cd'yi bulamamasıydı..O şarkıya çok aşık oldum ve hakkında ufacık bir ip ucu bile yok..

Başka bir bomba olaylar zinciri daha gelişti..Bunları anlatırsam kimden bahsettiğimin belli olacağı gerekçesiyle bu bölümü kısa keserek şöyle özetliyorum : hayat gerçekten mistik olaylarla dolu, evren bize bir işaretler gönderiyor, umarım doğru yorumluyorumdur o işaretleri..Ama hakkaten Yavuz'u, afişi, o objeyi, mesajı falan geçtim de, o ikisinin orada ne işi vardı anlamadım ki yuh!

Sonra eve geldim..Her şey bana "go for it" derken, bir tarafım "he's just not that into you" diyor, ve böyle zamanlarda geçmiş eteğimin ucundan çekiştirmeye devam ediyor gücü azalarak da olsa..

Beraberken dinlerdik saçma bir şekilde, şimdi anlamı daha fazla :

"Empty rooms where we learned to live without love"..

Şimdiki hayatımı, boş odalarımı, son aylarımı anlatıyor..

Ama artık biliyorum "the reason why he's gone"u, bazen hala anlamıyor olsam da..

Keşke söyleyebilsem, geçmişi yanında taşımak büyük ağırlık yapıyor..

Geçmişi en sevdiğiniz çiçeklerle denize dökmek, rüzgara ve dalgalara karışırken hüzünle izlemek, ama hep ufuğa bakmak lazım..

19 Mart 2010 Cuma

"rest assured baby, you're adored"

28 yaşımın uğuru kendini ilk günden gösterdi..doğum günleri bu yüzden güzeldir, sevildiğinizi görürsünüz...susmayan telefonlar, dolup taşan facebook duvarı, mesajlar..

hele ki 24 saattir beklenen o özel mesajın son 10 dakikada gelmiş olması...zaten mutluydum bugün, ama bu olay ağzımı kulaklarıma kadar esnetti..sıradan bir "nice mutlu senelere.." bu kadar mutlu edebilir mi? cevap : evet'miş.

ve başka bi süpriz..aylardır karşılaşmamışız bile..ben bu doğum günüm O'nsuz geçecek diye üzülürken karşılaştık..son konuşmamızın korkunçluğunu unuttum, ona olan kızgınlığımı unuttum, beni nasıl üzdüğünü, kalbimi nasıl parçalara ayırdığını..özlemişim gülümseyişinin verdiği huzuru..

ne garip değil mi?geçen seneki yeni yaşınıza yanında uyandığınız insan, şimdi masanın diğer ucunda size gülümseyen eski bir dost..ve evet, kimi kandırıyoruz, bundan çok daha fazlası olmasına rağmen, bundan çok daha azı şu an..

affetmek bu sanırım, sebep olduğu galonlarca göz yaşına rağmen yüzüne bakıp hala sevgi duymak, iyi olmasını herşeyden çok istemek...

ve dakika itibariyle diğer bir süpriz..."o"nun en yakın arkadaşı, gecenin bu saatinde, askerden gizli gizli beni arayıp iyi ki doğdun diyor..bunun benim için ne kadar önemli olduğunu bilmiyor, eğer telefonun sonlarına doğru ağladığımı farketmediyse tabii..

neyse işte..günün özeti.."o" karşımda otururken düşünebildiğim biri var..bu tekrar olabiliyormuş..ve dünyanın en mükemmel ailesine ve arkadaşlarına sahipmişim..sulugöz bir balık olarak günün çoğunluğunda -hatta an itibariyle hala- ağlamış olsam da, mutluyum...kendimi dünyanın en şanslı insanı ilan ediyorum (maşallah)..

"..and it feels now just like heaven's coming down..."

konser de yarın..

2003 bovin bitti..

alışmak ne zormuş hakkaten..ama oluyor, yavaş da olsa..

18 Mart 2010 Perşembe

How i met your mother s05e17

Barney : I knew I was bad at being a boyfriend, but I had no idea I'd be so much worse at being an ex-boyfriend.

İzlenesi bir bölümdü..

17 Mart 2010 Çarşamba

28

27 yaşımı geride bırakmama şu an tam 39 dakika var.

-27 yaşında ne yaptın?

-ağladım.

bunun dışında başka şeyler de yaptım tabii...bir hayal kurdum, bir parçası gerçek olurken, diğeri kırıldı.aylarca parçalarını topladım.nereye gitsem karşıma çıktı..bir deniz kenarında, bir şarkıda, bir sokakta, bir restoranda, bir gazete haberinde..

son 33 dakika...gözyaşlarıyla temizlenir mi kalp üstünde kalan kırıklar?

27 yaşımda kaybetmeyi öğrendim.seneleri, anıları, hayalleri, sevgiyi, huzuru, gülmeyi, paylaşmayı..herşeyden öte, bir dostu...

son 16 dakika...ve bu kadar ara vermeme sebep bir şey oldu...

-yeni yaşın sana güzellikler getirsin, iyi ki doğdun..

ben de senden bahsediyordum..kutlamayacağın bir doğum gününün ne kadar zor olacağından..

bunu diyemedim tabii..bunca sene sonra tek bir mesaj nasıl ağrına gidiyor insanın..elinde kuzuyla geldiği ilk doğum günümü hatırlıyorum..

iyi ki doğdun? ne kadar ironik...

yeni yaşıma gireli 13 dakika olmuş..ağlayarak girdim..geçen sene skype'ta girmiştim, umutla, mutlulukla..demek ki girdiğin gibi geçmiyor yeni yaşlar, yeni yıllar gibi..

yeni yaşım bana güzellikler getirecek..iyi insanların iyi dilekleri gerçekleşir çünkü...

yeni yaşım, 27'nin götürdüklerinden fazlasını getirecek..

yeni yaşıma girerken bana eşlik eden parçayı paylaşmak istiyorum :




özetle diyor ki...burda olsan da olmasan da, sana hiç bir zaman söylemedim ama, biz ölümsüzüz.

32 dakika geçti yeni yaşımı..iyi hissetmem için galiba biraz daha geçmesi gerekecek..belki 2003 bovin'in 2. kadehini bitirene kadar iyi hissederim, ne dersiniz?

...

Bir başlığa "..." koyuşum ilk değil, son da değil.Bazen ".", bazen "..." hatta imlamızda olmasa da bazen ".." bir çok kelimenin yerini tutabiliyor..

Ölüm üzerine de ilk yazım değil, ne yazık ki son da olmayacağının farkındayım.Ölümle ilgili de yazmayacağım aslında..Bir insanı anlam veremediğimiz, "din" adı altında gerçekleşen, ölümü olduğundan daha acı, daha karanlık, daha korkunç gösteren garip seremoniler bittikten sonra yaşatmaya başlıyoruz aslında.Hani o avuntu vardır ya, "o aslında ölmedi"..Bir bakıma evet, bir insan yaptıklarıyla, yarattıklarıyla, hissettirdikleriyle, gülümsemesiyle, ses tonuyla..Aslında bir çok kendine özel şeyle yaşamaya devam eder gittikten sonra..Ama işte, o "gitmek", fiziksel varlığın gerekliliği..Tüm sancı bundan...Belki dini bütün bir insan maneviyatla biraz daha avunabilir, ama ben yapamıyorum, benim gibi olan bir çok insan yapamıyor..Ben O'nu yanımda isterim, yanımda olmasa da sesini duymak, var olduğunu bilmek..Ölüm bu yüzden korkunç gelir bana, bir yandan içimde her şeyiyle yaşatırken, cennet varsa bile, orada olmasının bana bir faydası olmayışından..Evet son derece bencilce, ama biri öldüğünde aslında ona değil, bize yaşattıklarını kaybettiğimize üzülüyoruz.

Şimdi hayatımızda bir facebook var...Bir şeyler yazıyoruz, haberler, müzikler, fotoğraflar paylaşıyoruz.Ve ölünce o duvar mezara dönüşüyor.Kötü anlamda demiyorum bunu...Bir insan gittiğinde onun duymayacağını, görmeyeceğini düşünüp sessiz kalmak yanlış bir şey bence.Facebook duvarı anıta dönüşüyor..O asla okuyamayacak da olsa..

Neriman ablam hayatı dolu dolu yaşayan müthiş sempatik ve neşeli bir insandı.Fotoğraf çeker, gezer, ve yazın ortasında üşürdü (swh).Öldükten sonra facebook duvarı bir anıt gibi oldu.Arkadaşları yazılar yazdılar, çiçekler gönderdiler.Hala da yapıyorlar.Ben uzaktan izliyorum..Bir arkadaşı çaresizce ona hayatın nasıl gittiğini anlatmaya çalışıyor ara sıra, evet bazen onun için de gitmiyor hayat..

Önceki gün bir arkadaşımın babası vefat etti.Hayatımda bir kez görüp "ne müthiş insanmış" dedirten biriydi.Bazı insan vardır, bir kere konuşmak yeter ya bir yargıya varmak için, işte öyle bir insandı.Biraz önce onun duvarına baktım işte, tüm bu hissiyat oradan geldi..Güzel yüzüne bakıp "nur içinde yat" demekten başka bir şey yapılmıyor ne yazık ki...

Yarın doğum günüm...Şu an o kadar bir şey ifade etmiyor ki...Bu sene etmeyeceğini zaten biliyordum ama...Dünkü olay bile kurtarmıyor bu seneki doğum günümü.Bu sene doğmamış olayım ben, o özel şarabın beklediği, özel insanı ve özel günü beklemek yerine açıp kendim içeyim..

Geçen seneki doğum günümde beraberdik bu arkadaşımla, Burgazada'nın tepesinde.Ben bir sene sonra "O"nu kaybedeceğimi bilmiyordum, ve "O"nlaydım, arkadaşım da bir sene sonra babasını kaybedeceğini bilmiyordu..Hayatın boktan süprizleri...Seneye ne olacağını kim biliyor?

Bir insan yeni yaşına bu kadar depresif girmemeli, dünkü konseri düşünmeliyim, ve mayıs ayını...

3 Şubat'ı hatırlamalıyım, en ummadık zamanlarda olabilecek güzel şeyleri...

15 Mart 2010 Pazartesi

Evlilik hazırlıkları & Mayıs

Eh artık madem kesinleşti ilan edebiliriz, evet biz sonunda evleniyoruz!

Wheneverland kankam 2-3 hafta sonra yanıma taşınıyor.Zaten hafta sonları cümleten komün hayatı yaşıyorduk, şimdi her daim evde bir +1'im olacak.Bu konu beni sevindirmiş olsa da, en baştan taşınmama sebebini düşününce bir içim buruluyor, ben salak gibi gerçek evlenme hayalleri kurarken..Neyse işte, böyle hayaller tek taraflı kurulunca bir işe yaramıyormuş onu anladık.Sanırım tüm bu duygusallık yaklaşan doğum günü sendromumdan kaynaklanıyor.

Dün ben bir şey öğrendim.Güzel bir şey.Mayıs ayıyla ilgili...Ama mayısa daha çok var.Olsun...Bütün gece rüyamda hayatım boyunca olmayacağım korkunç bir yerde, aslında yapmaktan hiç mutlu olmadığım işler yaparken (bulaşık, çamaşır, ütü vs) hiç olmadığım kadar mutluydum.Ne tezat...Ama bu tezata anlam katan tek bir şey vardı..

Bu salak halimi çok seviyorum.Kulağımda çınlayan tek bir cümlenin beni bu kadar mutlu edebilmesini seviyorum..3 Şubat ne uğurlu bir günmüş, uyandığımda hayatımı nasıl değiştireceği hakkında hiç bir fikrim olmayan bir gün...Bir de 20 Şubat var...En sevdiğim makarnayı tabağında bırakıp sırayla 6 kişiyi arayıp, ayak tabanlarım yandığı için üstüne bile basamadan uçarak evden çıktığım..

Mayıs...Herkes mayıs diyor...Bekliyoruz.Şubat'ı da bekledik, ve beklememize değdi mi, değdi...

12 Mart 2010 Cuma

Fiyatlar çok mu geldi minnoş?

Hey!

Bu şarkıyı çok dinledim iki gündür..Dün spor boyunca dinledim hatta.Sonra eve yürürken Sangria'nın önünden geçerken içeride "Separate Ways" çalıyordu, iyice bir gaza geldim.Çantamı fırlatıp sahilde koşasım geldi.Şu an dünkü ruh halimden eser kalmadı, şarkıyı tebessümle dinliyorum.Dün okuduğum bazı şeyler beni üzmüşken, okuduğum başka şeyler içime bir ferahlama hissi yaydı.Ne güzel..

Neyin gerçek olup, neyin olmadığını bilmeme artık imkan yok.Bir an gelir, gerçek gibi gelir herşey, sonra aklıma gerçek sandığım ama gerçek olmayan bir şeyler gelir, ve o anın gerçekliğinden şüphe duyabilirim.Ama eskisi gibi rahatsız etmiyor bu beni.

Çünkü biz :

"Çok mutluyuz!"

11 Mart 2010 Perşembe

Kingdom Come - Get up my friend

Bugün biraz gereksiz bir şekilde okuduğum bazı şeyler sebebiyle hissettiğim rahatsızlığı giderme amaçlı spiral gezegeni kankamın bana yolladığı şarkıdır.
Çok makbule geçti, süper şarkı, çok gaz...




---

Sure, I know
How it feels and why
you're hurting so
It shows
All I know is that
you'll be just fine

I'll be there for
you, my friend
Take my helping hand
I will never let you drown
While you're feeling down

No more cry

Get up my friend
It's over
Don't set yourself on fire

Don't you hide
Scream it out and
free your tortured
mind
Take time
That is how - you're
gonna grow inside
Don't look down

It's hard to get by
Don't lose it
You'll rise and shine
I know it

Çok yazı...

Sabah 7'de telefonla uyandırılıp, gülerek açmışım telefonu..Valla hatırlamıyorum.

Konu 1 : Pre-migraine syndrom

Gülerek uyanmama rağmen, uyandığım anda hissettiğim baş dönmesiyle yataktan kalkamayacağımı farkederek 10.30'a kadar uyudum.Migrene rağmen güzelce süslenip giyindikten sonra, açıldığı günden bu yana protesto ettiğim Starfaks'a gidip mini bir sandviç ardından, 555 kalorili brownie cheesecake'i mideye indirip, lattemi yudumlarken dışarıdaki insanları izledim.Burada 2.konuya bağlanıyoruz.Ama durun daha bağlanmadan, ilahi bir işaret geldi bugün.O güzelim cheesecake'i götürürken içeri kadın doğum doktorum girdi.Son anda görmem sebebiyle selam veremedim.Ama içeri girdiği anda ilahi bir ses kulağıma "kızım pcos cheesecake falan ne iş?" demedi değil..

Konu 2 : İşsizlik / Çalışmak

İşsizlik gerçekten zor bir şey..Hem beş parasız, hem de işe yaramaz hissediyor insan.Yedi ay yaşadım bunu.Ama şimdi çalışırken, normalde işte olunması gereken saatlerde sahilde, caddede yürüyen, koşan, kafelerde oturan insanlara manasız bir gıpta ile bakıyorum.

Konu 3 : Yurdum insanı

Hödük..Kaba..Ayı..Sevimsiz..Bu aralar yaşadığım yerlerden, etraftaki insanlardan müthiş rahatsız oluyorum.Geçenlerde Marillion konseri sırasında yere düşüp parçalanan küpemin parçalarını ararken, yanımdaki bir insan konseri bırakıp, yeri flaşla çekti, makinasının ekranından fotoğrafı zoomlayıp küpemi aradı yerde..Sonra arkadaşı da telefonunu çıkardı o da aynanda yeri aydınlatarak aramaya başladı.Şaşkınlıkla ve çaresizlikle küpeyi ararken, "çok teşekkür ederim bulamayız ne de olsa, çok teşekkürler" diye saçmalarken bir tanesinin aydınlattığı yerde küpenin son parçasını da bulduk.Defalarca teşekkür ettim, diğer yandan düşündüm, "ulan bu ara yurdum erkeğine saydırıp durdum ama kıyamam bak konseri bırakıp küpemle ilgilendiler" diye..Derken adamların yabancı olduğunu farkettim.Ne kadar şaşırdık değil mi?
Bugün de metrobüste yer bulduğum için sevinip oturdum.Yanımda bir adam, diğer yanımdaki sırada 2 genç adam...İlk durakta kör bir kız bindi metrobüse.Ve yer veren bendim.Yeltenmediler bile...
İşte bu kadar hödüğün arasında "sana portakal suyu alayım mı, iyi gelir" cümlesini sarfeden, işi gücü vakitsizliği arasında Taksim'in cumartesi kalabalığında meydanı geçtim, dolmuşa kadar eşlik eden bir insanla tanışabiliyorum hiç yoktan.

Konu 4 : İyilik / Kötülük

Eski bir arkadaş der ki (daha doğrusu alıntı yapmış Schiller'den) : unutmak ve affetmek iyi insanların intikamıdır.Bu cümle beni epey düşündürdü...İyi miyim kötü müyüm karar veremedim..Unuttum ve affettim mi acaba gerçekten?Yoksa sadece unuttum ama affedemiyorum mu?Ya da belki affettim ama unutamıyorum (yok bu baya mantıksızdı).Neyse kendimi bilemiyorum bazen işte.Herşeyden önce, intikam duygum olmadığı için bile iyi insan sayılabilirim bence...
Unutmayı ve affetmeyi intikam için yapmaz bir kimse, zaten istese de yapamaz..İnsan kendi için unutur ve affeder.
Schiller bence halt etmiş...Unutmak ve affetmek intikam değildir.İyi insanlar intikam peşinde olmazlar.
Affetmek de garip bir kavram.Ben onu affetsem de affetmesem de hiç bir zaman haberi olmayacak.Sokakta görsem yüzümden anlayamayacak.Hiç bir zaman bilemeyecekse, affetmenin / affetmemenin affedilecek insan için hiç bir değeri yoktur.Yine aynı yere geliyorum, insan affederse kendi için affeder.
Hem insan affettiğini nasıl anlar?Onu düşününce artık kızmamak affetmiş olmak mıdır?Mesela ben haftalar geçiriyorum "o gün" aklıma gelmeden, ama geldiği anda bir nefret bürüyor içimi, sonra o günden fazlası geliyor aklıma, öncesindeki, sonrasındaki aylar...İşte o kadar zaman aptal yerine konulmuş olmanın affedilir bir yanı olmuyor.Kızgınlığım büyüyor.O anlarda kötü bir insan oluyorum belki de, çünkü benle oynadığı gibi biri de onla oynasın istiyorum.Nitekim sanırım oynuyor da...
Neyse bunları düşünürken, boğazım düğümlenirken, gözlerim dolarken gözümün önüne gelen biri var, işte o anı güzel yaşamak için belki de, yine kendim için, affetmiş ve unutmuş oluyorum.
Bir de aynı eski arkadaş bu sefer anonim birinden bir cümle yazmış, "bekar erkek son anda daha iyisini bulan kadının hatırasıdır" gibi bir şey..Cevap verecek olsam şunu derdim : "bekar kadın da, daha iyisini bulacağını zannedip kendisini terkeden bekar erkeğin hatırasıdır".Eee...Yani?

Konu 5 : Cevap

Hani sen bana bir şey sormuştun, ben de şaşırmıştım...Üstünden 3 hafta geçti, ve cevabı veriyorum : "a toi".

10 Mart 2010 Çarşamba

Bıkmak...

Son günlerde nefes almak, insanlara sabretmek o kadar zorlaştı ki...

Berbat bir makine sesini bastırmak için wheneverland kankamın önerdiği "The Revolver"ı dinliyorum..Bu sesi bastırmaya yetmediği gibi bana şu an feci şekilde deniz kenarı özlemi yaşatıyor.Ama çok sevdim yine de, sevmesem bu özlemi de yaşatamazdı zaten.

Her neyse..Doğum günlerimiz yaklaşırken biraz hediye araştırayım dedim.Sabahları güneş ışığı depolayıp akşam turuncu bir ışıkla aydınlatan güneş kavanozu ve odada gökkuşağı yapan garip cihaz çok güzeller...(Kimseye almam kendime alacağım).Doğa özlemiyle aldığım bu cihazlar yakında odamı teknoloji üssüne çevirmez değil mi?Yine de bir gece doğal günei ışığıyla uzanmışken, dalga sesleriyle gökkuşağını izlemel güzel olabilirdi.

Bir de..Hayatımda pahalı hediye istemedim, öyle pırlanta küpeler, altın kolyelere falan hiç ilgim olmadığı için erkek arkadaşım şanslı sayılabilirdi.Ama bu hediye araştırmaları sırasında 2 tane hediye buldum ki...Biri helikopterle İstanbul turu, muhteşem olabilirdi.Ve bir yıldız..Bu baya saçma.Hadi helikopter kolay, kiralıyorsunuz ve uçuyorsunuz.Ama yıldız olayı baya ilginç, süper gereksiz, ama yine de romantik.

http://www.hediyeyarat.com/hediyeler/size-ozel-yildiz-hediyesi

Makine sesi hala devam ediyor.Yetmiyormuş gibi muhabbet de devam ediyor...Müzik yetmiyor.Hava biraz güzel olsaydı bugün izin alıp kendimi adaya atardım.Biraz bisiklet, fotoğraf, deniz kenarında nargile..Hatta abartıp "12 numara"da bir gece konaklama...

9 Mart 2010 Salı

Öyle bir gitme isteği ki...



Papua adası..

Günlük serzenti..

Heeeeyt diye bağırma isteği ve gece görülen rüyayı tamamen hatırlamıyor olmanın içsel şükrüyle karışık tedirginlik hissi...Bir de Oscar ödüllerinde sahne perdesinin arkasından "Phantom of the Opera" söylediğim rüya var ama maneviyatımda bir sarsıntıya yol açmadı diğeri kadar..

İple çekiyorum dalışı, bir bunu bilirim.Serbest dalış kursu da buldum ama o konuda süper yeteneksiz olduğum gerçeğini inkar edip "ben serbest dalış" yapmak istiyorum diye kursa para vermek pek akıllıca değil.

Hava bu kadar kötüyken dalış ve deniz hayali kurmak da nefis oluyor..

Doğum günüm yaklaşıyor.Bir buruk hallerdeyim.Gözümün önüne bir fotoğraf geliyor çünkü bazen.

8 Mart 2010 Pazartesi

Hayat seçimlerden oluşur dimi?

Bu yazının amacı karar vermem gereken bir konuda iç hesaplaşma yapmamı sağlamaktı ama başlığı yazarken kararımı verdim sanırım..

Maliyeti aynı olan iki aktivite söz konusu, ikisi de yıllardır hayalim...Ama sanırım mavi derinlik Within Temptation konserine ağır bastı şu an..Ama Within Temptation'ı kaçırıp da dalış kursuna da gidemezsem nefis olur..Yok yok, bu sene hallediyorum ben bu işi..Kulağımdaki problem, problem olmazsa tabii..

7 Mart 2010 Pazar

Bacardi...

Son Bacardi'yi yudumlarken...Bu güzel cumartesi gecesi için bir şeylere şükrederken, ve hala "out of this world" dinlerken, ağlarken, hala neye ağladığımı bilmezken, göz makyajımın akmasından korkarken, ama bugün makyaj yapmadığımı hatırlarken, hogarth "only love will turn you around" derken, nerdeyse bir sene önce parçalara ayrılmış ruhum hala kendini toparlayamamışken, özlerken, ama kelebeklere tekrar kavuşmuşken...Anlamıyorum...Bu döngüyü, bu gerekliliği anlamıyorum..

Tam beş sene önce, 1 sene öncesindeki halimi hayal edemiyordum.
Sadece 1 sene önce, bugünün olacağını hayal edemiyordum.

İşte, herkes gittiğinde benle kalan bir şey var..

Değişimi kabullenmek ne kadar zor bir insan için...

İki insan var..Birine bakıp hayal kırıklığı ve özlem görüyorum, diğerine bakıp umut ve hayal kırıklığı...

hayal kırıklığı+özlem > umut+hayal kırıklığı = 2 > 1

Tahmin edebileceğiniz üzere bu denklemde 1 > 2 ...

"What did she say?
I know the pain of too much tenderness
Wondering when or if you'll come back again
Wanting to live for you
And being banned from giving

But only love will turn you around
Only love will turn you around
Only love
Only love will turn you around"

5 Mart 2010 Cuma

Marillion konseri sonrası...

"Out of this world" nasıl da beklemezdim, pek aşina olmadığım son zaman albümleri de güzel pek tabii ama dinlerken bu şarkı beni başka bir yere götürdü..Öyle bir yerler ki oralar, 11-12 sene öncesinden..Ve neden ağladığımı bilmiyorum (evet yine bir konserde ağladım), belki 12 yıl nereye ve nasıl gitti diye ağladım..Yaşlanmaktan korkmak için çok erken belki...Ama resmen korkuyorum zamanın geçmesinden.Hatta sadece geçmesinden çok, böyle geçmesinden, böyle gitmesinden herşeyin..Geçen sene bunları düşünmezdim.Dün bir baktım, 16 yaşında istediğim şey neyse, şimdi de aynı şeyi istiyorum.O zamanlar erkendi bunu istemek için, şimdiyse geç kalıyorum gibi hissediyorum.Bulduğumu sanmışken, buhar olup uçan bir şey bu..Varlığını bildiğim, yerini bilmediğim bir şey..Israrla beklediğim, bekleyeceğim bir şey..
Üşüme diye bir hissimin olmadığı o dönemde, akşamları okul çıkışı hava kararmış da olsa sahile giderdim.O günlere dair hatırladığım tek renk gri.Marillion beni o sahile götürüyor işte..Dalga köpükleri arasında "neden" arayan 16 yaşındaki bir kızın karanlığına götürüyor..

Neyse..Konser bu kadar depresif değildi..Aksine, o kadar sempatik bir insan ki bu Steve Hogarth, en hüzünlü şarkılarında bile bir huzur gülümsemesi yerleştirebiliyor yüzünüze..

Konser güzeldi, tek bir şarkı beni aldı götürdü işte, adı üstünde, "out of this world".

---



---

Three hundred miles an hour on water
In your purpose-built machine
No one dared to call a boat
Screaming blue
Out of this world
Make history
This is your day
Blue Bird
At such speeds, things fly

What did she say?
I know the pain of too much tenderness
Wondering when or if you'll come back again
Wanting to live for you
And being banned from giving

But only love will turn you around
Only love will turn you around
Only love
Only love will turn you around

So we live you and I
Either side of the edge
And we run and we scream
With the dilated stare
Of obsession and dreaming
What the hell do we want
Is it only to go
Where nobody has gone
A better way than the herd
Sing a different song
Till you're running the ledge
To the gasp from the crowd
Spinning round in your head
Everything that she said

4 Mart 2010 Perşembe

Kızım olunca ilk alacağım oyuncak..

Marillion konseri öncesi..



Taa 96 senesinde kent fm zamanlarında "Kayleigh" ile keşfetmiştim Marillion'ı..İlk Marillion albümüm sevgili kaz'ım (kazım yazmıştım da okuyunca çok güldüm, kazım kim lan diye) tarafından '97 yılında doğum günü hediyesi olarak gelmişti bana..Uzun süre dinlemek ruhumda garip tepkimelere yol açtığı için hiç bir zaman bir fanatik olmadım.Bu nedenle tüm albümlerini de bilmem ama "Afraid of Sunlight" bir başkadır benim için.

Ama Marillion diyince aklıma bitirme teslimi öncesi geçen uykusuz günler/geceler gelir zira "Marbles"ı evirip çevirip dinleyerek çizerdim.

2007 senesinde wheneverland kankamla yaptığımız Hollanda seyahatinde her zaman her konuda olduğu gibi son dakika kararı verdiğim için konser bileti kalmamıştı, ama Almelo'da verdikleri kısa bir akustik sokak konseri sayesinde izlemiş bulundum kendilerini.

Bugün buradalar.Tüm sevenlerine iyi seyirler ve mümkünse iyi eğlenceler dilemek istiyorum.Akşam görüşmek üzre, esen kalın.

3 Mart 2010 Çarşamba

The Waifs - Intimate

Now we are so intimate do you think we could ever part
Though there’s little love left in it something seems to make it hard
I’d like to stand up I’d like to stand up on my own
But I fear that you will forever be my crutch

Did I save myself or was I saved
Though I knew it was killing me - I did it anyway
When I think of all those years I led myself astray
Knowing it was killing me – I did it anyway

I see it all from the other side
The prison walls around your minds
These are the subtle scars I hide
I’m looking in from the other side


---

2005 Mart...Büyükada...Ve adanın etkisiyle kaçılan bir diğer insan...Ve kaçmaktan yorulup bir termosa doldurulan sıcak şarapla ve ev yapımı tarçınlı kurabiyelerle, Büyükada manzaralı köşesinde sahilin, kaçmaktan vazgeçmek istemek..Bir termos sıcak şarap 10 derece gibi bir havada tüketildikten sonra çöken ağırlıkla bir sokak lambasının altında bakışmak..Herşeyden habersiz..
2009 Mart...Büyükada...Bu sefer her şey başka..Neyi kutluyoruz?Neden kutluyoruz?Her şeyin aynı kalacağını sanmak çocukluk değil mi?Evet çocuktuk belki de o güne kadar..Üsküp'e giderken arkada kalanın, sonsuza kadar arkada kaldığını bilemeyecek kadar hatta...
5 sene geçmiş mi gerçekten..1 sene mi geçmiş üzerinden o yapmacık ada gezintisinin, sahte kutlamanın..Yapay özlemle avutulan uzak Üsküp günleri başlayalı bir sene...

Kürşat Başar'ın bir cümlesi vardı, tam olarak hatırlayamamakla beraber, "keşke yalan olsaydı, ve bu yalan benim varoluşum olsaydı" gibi bir şey...Ne güzel bir cümleydi o, taa ki gerçekten uzunca bir süre bir yalanın içinde yaşadığımı anlayana kadar..Hiç bir yalan bir varoluş olamaz.Aldatılmak bu, en ağırından..Bir başkasıyla değil, kendinle aldatmak, varmışsın gibi davranmak, ama orada olmamak, seviyor gibi yapmak, ama çoktan bitirmiş olmak..

İnsan kendi saflığına kızabilir mi?

Bunca ay sonra, en arındığımı hissettiğim anda aklıma gelen şeyler bunlar işte..Aşk acısı değil, ayrılık acısı değil, acı değil, acı barınamazdı bu kırgınlığın içinde bunca zaman..Bir ağırlık sadece, "ne safmışım" diyip, gülümseyememek..

---

Bitti...

Kelebekler, geri gelin, çok sevdim sizi.

2 Mart 2010 Salı



Beraber yüzsek bir de, dalsak hatta.

İçimdeki hayvan sevgisi bugün yalnızlığımla tepkimeye girdi, garip şeyler söylüyorum evet.


Beraber kamp, piknik falan yapsak mesela..

1 Mart 2010 Pazartesi

Fine...

"fine
i guess I'm doin' fine
i think a lot and I know too little"

Clara Luzia, bir süre önce dinler olmuştum, sonra unuttum gitti..Dün wheneverland arkadaşımın bende unuttuğu ipod'unu dinlerken görüp, "aa evet böyle biri vardı" diyip kaptırdım..Akşama kadar da defalarca dinledim..Daha da dinliyorum hatta.Ve hatta daha daha dinlemeyi düşünüyorum, ve hatta dinlemekle de kalmayıp..Fazla detaya girmeye gerek yok.Siz de dinleyin.Ben gerekli mercilere ileteceğim.

Offof..Ama "fine"...Ve harbici "i think a lot and i know too little"...

Bu da güzel..mi?Güzel güzel...