31 Ocak 2011 Pazartesi

pazartesi sendromu



şantiye konteynırında bu şarkıyı dinlemek her zamankinden daha acıklı...çekiç sesleri eşliğinde değil, dalga sesleri arasında dinlemeliyim bu şarkıyı..

rüyamda datça'daydım..bazen o kadar gerçekçi oluyor ki acaba o an ruhum astral seyahat yaparak oraya mı gidiyor diye düşünüyorum.



"i know that i am just a grain of sand
meeting water at the land
we could make our castles here
and sweep them all away"


neyse..4 hafta..

30 Ocak 2011 Pazar

love and other drugs




hasta bir halde şantiyede geçirilmiş bir cumartesi günü nasıl bitirilir?tabii ki ergün kankamın tavsiye ettiği güzel bir romantik komedi ve patlak mısır eşliğinde...

amelie başta olmak üzere, forgetting sarah marshall, 500 days of summer, going the distance ve son izlediğim bu film başta olmak üzere, film sektörünün benim yaşamımdan ilham alıyor olması beni düşündürmeye başladı.

ama bir bakıma seviniyorum, demek film senaryosu olabilecek kadar ilginç bir yaşantım var..özellikle forgetting sarah marshall...

"You meet a thousand people, then you meet that one person and your life is changed."

28 Ocak 2011 Cuma

güzel bir iş günü?

evet okuyanların "vat dı fak??" dediğini duyar gibiyim..gelin görün ki gerçekten güzel bir iş günü geçiriyorum.feci hasta olmama rağmen..

nedan?

çünkiiii...bugün yeni bir şey öğrendim.ve evrenin sırrını öğrenmiş gibi hissediyorum.yeni bir şey öğrenince işim bir değerli oluyor.

bir bu...bir de böyle mimari işler falan olunca değmeyin keyfime.ama işimin bittiği şu anlarda, şantiye işlerine bulaşmadan eve gidip yorganımı altında sızmak istiyorum...

etrafımda herkesin en az bir kere hastalandığı, "fena salgın var dikkat et" dediği şu günlerde, nispet yapar gibi "ben bu sene hiç hastalanmadım valla ne güzel" dersem, olacağı budur.kem gözler..benim sağlıklı halimin bile pek sağlıklı olmadığı şu günlerde grip olmak pek fena, insaf edin ey müminler.

23 Ocak 2011 Pazar

depreşmek

"depresyon"a "deprasyon" diyen insanlar var biliyor muydunuz?

ben de bazen "teşekkür"e "tişkür" derim zaman zaman..

2 bira sonrası kafam hafif iyi olmuşken, onsuz bir pazar gününün ne kadar sıkıcı olduğunu çekmecelerimi boşaltıp toplarken, tişörtlerini bozup bozup katlarken farkettim ve aklıma yine polarlarla berelerle teknenin önünde uzanıp havadan sudan (daha çok sudan ve balıklardan) konuştuğumuz anlar geldi.hayat o kadar hareketsiz kalamaz mıydı?

doktorum geçenlerde çok güzel bir şey dedi : "kendinle savaşmayı bırak artık"...

bizi en çok yoran, hasta ve mutsuz eden bu sanırım.kabullenmek iyileşmenin yarısı mıdır peki?çünkü bugün daha iyi hissettim...özellikle kankuşla yaptığımız sahil yürüyüşü..kendimi zorlamadan en hafif adımlarla topu topu 2 kilometre yürüdüm ve öyle iyi geldi ki...çünkü yanımda iyi hissediyor gibi davranmam gereken biri yoktu..en yakın büyük üzüntüye 1 sene uzaklıkta, zamanın orta yerinde, ortada hiç bir şey yokken, sanki büyük travma atlatmış gibi içine düştüğüm bu durumun sebebi nedir diye düşündüm...

belki büyük üzüntüler sonrasında iyi olmak için o kadar kasıyoruz ki, her şeyin geçtiğinden emin olduktan sonra ruhumuz, bedenimiz, "hadi bana biraz mola" diyor ve geçici olarak kendini kapatıyor.

lesson learned : depresyonu ertelemeyin!

17 Ocak 2011 Pazartesi

fizik sınavı

aklıma geldi..

lisede bir fizik sınavından %99,9 almıştım..hiç bir yanlışım yoktu, bir cevapta virgülden sonrası sonsuza giden sayıyı 16,33 olarak yazmışım ama 16,33... yazmam gerekirmiş.

neden akılma geldi bilmiyorum.

yeni hayat

i love you bozo, but i love me more..

sex and the city'de bir samantha repliğidir..ilkinde çok aşık olduğu richard'a söylemişti bunu.richard kendisini daha önce aldattığı için, sürekli tekrar aldatacakmış paranoyasıyla yaşayamadığı için richard'a gidip bunu söyler ve ayrılır.
ikincisinde de kendisine çok aşık genç smith'le olan ilişkisinin fazla ciddiye gitmesinden ve bu ciddiyetin samantha'nın doğasına aykırı olmasından dolayı aynı cümleyi genç ve yakışıklı smith'e kurar...

ben de bozo'yu çok sevdim..valla ne yalan söyleyeyim..ben ona çok kızsam da, bağırsam da hep severdi beni.ama iş beni doktorluk yapacak noktaya gelince başka şansım kalmadı..şimdi özgür hissediyorum..hem o da daha özgür..böylesi herkes için daha iyi..

dün sabah kahvaltımız ne kadar huzurluydu..fonda havlama sesi olmayınca her şey bir farklı göründü gözüme, simitler, poğaçalar, çay, peynir...

sonra yine havaalanı dramı..tüm o huzur yerini boşluğa bıraktı işte yine..

13 Ocak 2011 Perşembe

aşk acısı

seni tanımıyorum, ama senden nefret ediyorum.sen mutlu olmayı haketmiyorsun, onun sevgisini haketmiyorsun..onsuz bomboş nefes alıp veren lüzumsuz bir canlısın ama farkında değilsin.

sevdiğiniz birinin kırıldığını gördüğünüzde gerçekten onu kıran insanı affetmenin bir yolu yok.dün bunu daha iyi anladım.kardeşimi daha iyi anladım.sevdiğiniz biri karşınızda "canım acıyor" diye ağlarken, sizin de canınız acıyor, ve bunu yapan adamdan, size aynısını yapana hiç duymadığınız bir nefret duyuyorsunuz.

aşk acısı gerçekten çok boktan bir şey..ve gariptir ki bir süre sonra aynı acıyı çeken yakınınız karşınızda ağlarken, o günlerin geçtiğine şükrederken bile domuz gibi durabiliyorsunuz.

ve o halde bile beni düşünüyordu.."seni hiç anlamamışım ben" dedi..keşke anlamasaydın...

"seni hiç anlamamıştım, ama şimdi anlıyorum.."

hala kulaklarımda..

ve gece hastanede bitti..acil yatağında yatan kuzenimizin başında, biz iki kuzen bir ara göz göze geldik, ve tanımadığımız o adamdan öldüresiye nefret ettik.

----

ve sana gelince...sen bugün o ameliyattan çıkacaksın, ve bana telefonda veda ettiğin için sana ayrıca kızacağım..

10 Ocak 2011 Pazartesi

bir haller...

kankuşun bana hediye ettiği audrey hepburn defterinden..

"kalp dediğiniz kırılır, yapacak bir şey yok.parmağınızı sallayıp karşınızdakini yargılayamazsınız.en büyük şansınız sizin değerinizi bilecek birini bulmak olacaktır."

tıpkı, giderken sadece taksiye kadar geçirdiğiniz, havaalanına yalnız giden, sizi 4 gün sonra tekrar göreceğini bile bile uçağın kalkmasına 1 saat kala arayıp "ben geri geliyorum" diyip, sizle 5 saat daha geçirmek uğruna sabahın 4'ünde uyanıp taaa karşıdaki havaalanına gitmeyi ve o uykuyla şehirlerarası araba kullanmayı göze alarak gidemeyen biri gibi...

çok fantastik dimi..

bir de değerinizi bilecek birini bulacak kadar şanslıysanız, onun değerini bilecek kadar da "sağlıklı" olmanız lazım.fiziksel, ruhsal, zihinsel, duygusal..

ah audrey..çok haklısın da bu gece de erken yatamadım artık uykusuzluktan yığılıp kalacağım...mazallah.

7 Ocak 2011 Cuma

nothing fails

taa lise sonda müthiş bir matematik hocam vardı..o zamanlar feminist takılırdım, ve bu adam da feministti.eşine müthiş aşık, gitar çalan, rock'çı falan bir tipti.bir gün bana madonna'nın bir şarkısını tavsiye etti : nothing fails..çok beğenmiştim..bugün bir dinleyeyim dedim ve sözleri dikkatimi çekti..

"you could take all this, take it away
i'd still have it all
cause I've climbed the tree of life
and that is why, no longer scared if I fall"


kaybetmekten en çok korkutuğunuz şeyi kaybettiğinizde bir daha kaybetmekten korkmamak, kaybetmenin tek güzel yanı sanırım.



5 Ocak 2011 Çarşamba

eski bir dost dedi ki bana, ben yanlış meslek seçmişim, kadın dergisi editörü olmalıymışım.ne güzel fikir...biraz yaratıcılığım olsaydı hatta carrie gibi yazar bile olabilirdim.acaba denesem mi kendi sex and city'mi oluşturmayı..ı ıh..boş çabalar..

"i can't help but wonder", bir gün, dün wheneverland kankamın alfred hitchcock kutusuna gönderilen o fotoğraftaki "şeyi" tekrar bulacak mıyım?

şu an keşke sex and city big ve carrie'nin birleşmesiyle bitmeseydi diye düşünüyorum.evet hepimizin gönlünden geçen buydu ama bizim hayatlarımızda öyle büyük tutkular, geri dönüşler, affetmeler yok.biraz daha gerçekçi olabilirdi.."your girl is lovely hubble" daha gerçekçi mesela..

bir de şu açıdan düşünelim..carrie big'le tanıştığında 28'den de büyüktü değil mi?

evet bu esnada hemen bir araştırma yaptım ve carrie'nin big'le 33 yaşında tanıştığını öğrendim.hatta beyler, siz hiç üzülmeyin big carrie ile tanıştığında ohoo 40 üstüydü herhalde..

3 Ocak 2011 Pazartesi

bir şarkı yazabilseydim - bölüm 10 - jem, falling for you

yılın ilk "bir şarkı yazabilseydim" bölümü huzurlarınızda..zep kuzenden güzel bir tavsiye..

her insan zaman zaman kendine sorar mı, "kendimi ifade etme yeteneğimi ne zaman kaybettim?" diye..

-aslında an itibariyle yapmaktan keyif aldığım tek işi yapıyorum, bizim yeni ofisin iç tasarımı üzerine kafa patlatıp çiziyorum, ama 5 dk'da bir çalan telefon göğsümde bir sıkıntı sıkışmasına sebep oluyor.-

3 günlük paranoya ve sinirin ardından içime yerleşen acı çekme/kaybetme korkusunun ardından yapılan yarım saatlik bir telefon konuşmasında geçen şömine hayali şu an yeni ofisin iç tasarımından daha çok kaplıyor aklımı..bu sabah ayın 4'üne uyandığımı sandığım için gülerek kalktım yataktan..sonra farkettim ki bir gün daha var..1 gün ne ki..

sonra aklıma bu şarkı geldi işte.. -ve yine telefon..su deposu konumuz..-


----



----

said there'd be no going back
promised myself I'd never be that sad
maybe that's why you've come along
to show me, it's not always bad

coz I can feel it, baby
i feel like I'm falling for you
but I'm scared to, let go
i'm scared coz my heart has been hurt so

how many couples really love
just wish I had a crystal ball
to show me, if it's worth it all

coz I can feel it, baby
i feel like I'm falling for you
but I'm scared to, let go
i'm scared coz my heart has been hurt so
yeah I can feel it, baby
i feel like I'm falling for you
but I'm scared to, let go
i'm scared coz my heart has been hurt so

and I've got to be sure
coz it's been so long
and I cannot take the pain again
if it all goes wrong