29 Ocak 2010 Cuma

Benzet(eme)me

Azıcık maymuna benziyor olsaydım, bir benzerlik var diyebilirdim..

28 Ocak 2010 Perşembe

Basitlik

Basitliği cinsiyet ayrımcılığına indirgemek istemezdim ama basit kadınlar beni hem eğlendiriyor hem delirtiyor..Hatta bazen gerçekten midemden boğazıma yürüyen bir öğürtü hissediyorum.Gereksiz ve doğal olmadığı çok belli olan sevimlilik halleri falan...Bir yürü git kızım manyak mısın?Yoo kız da haklı, böyle tavırlara tav olan erkek milleti olduğu sürece, etrafımızda böyle bayanlar (baymak fiilinden geliyor) görmeye devam edeceğiz.

Günün anlam ve önemi...

Öncelikle günün şarkısı budur :



Sonracığıma...27 Ocak benim için yeni bir başlangıç tarihidir..Aslında hayatımın değişik dönemlerinde 27-28 Ocakların bir anlamı olmuştur..Ama esas bir 27'si var ki, Fransa'dan döndüğüm, geleceğime küstüğüm, zayıflığımı kabullendiğim, sıradan yaşamıma yeniden başladığım gündür..İyi olacağım diye kendime söz verdiğim, ve gerçekten hiç beklemediğim kadar iyi olduğum bir dönemin başlangıcıdır..

Bugün de öyle..Dün otobüste ve metrobüste ağlama krizime şahit olan tüm insanlardan, canlarını acıttığım için özür dilemek isterdim.Ben iyiyim artık, benim için üzülmeyin diye bağırmak...Ve o sevimli kafede Yeni Türkü dinlerken, farkındaydım yeni bir başlangıç yaptığımın.Tüm o gözyaşları yeni doğmuş bir bebeğin ilk nefes alma çabasıydı..Sahlep de güzeldi..Ve buz gibi havada sokaklarda dünyanın en saçma şarkısını söyleyerek dansederek yürümek de güzeldi..

Aah..Çok sevmiştim seni güzel insan, hep güzelliklerle kal..

27 Ocak 2010 Çarşamba

Günün notları

1. Siz siz olun, bir önceki akşamdan kalma, bir tencerede üstü açık halde bırakılmış sıcak şarabı ısıtıp içmeyin, pek bir şeye benzemiyor.

2. Eğer kötü bir gün geçirdiyseniz, günün öyle biteceğini zannetmeyin, beklenmedik şeyler olabiliyor.

3. Kankalar candır, özellikle tavlada habire yeniyorsanız nihohaoaha...

4. Grey's Anatomy s06e12, diyaloglarıyla maneviyatımda bazı sarsıntılara yol açmıştır.

Mesela Izzy der ki :

"Surgery, it's just a job.It's the thing you come home from, not the thing you come home to.And if you lose your job, you get another one, 'cause there's always another one.But...If you lose your love..If you think you're losing your love, well, then suddenly, nothing else matters."

Ve Alex..Belki de haklı olarak :

"Love comes and goes, surgery doesn't."

5.Osho candır, "Korku" adlı kitabın son sayfalarına yaklaşmışken, soğuk bir kış günü, elektrikli ısıtıcı karşısında, baş ucu lambamın sarı ışığında kitap okumanın bana ne büyük bir keyif verdiğini belirtmek isterim.Sevgili Osho, bana ne büyük gaz verdin anlatamam..

6. Bir de bugün bir özlü söz de özel birinden geldi, şahsıma olmasa da gördüm : "Verecek ışığı olmayanlar karanlığı sever."..Ne kadar doğru değil mi?
Ve aklıma "Yıldız Tozu" filmi geldi...Claire Danes gökyüzünden kayan bir yıldızı canlandırıyordu, mutsuz olduğunda söner, mutlu olunca parlardı.Sevdiği adam kendisine dokunurken ışıl ışıl oluyordu, pek romantik..

Neyse konudan saptım da olsun..

Bence herşeye rağmen, her dönemde, her insanın verecek bir ışığı vardır, ya da olmalı.

7. Evet doğru bildiniz, bugün maniğim.

26 Ocak 2010 Salı

Yuh?

Ekmek arası köfte yolla: Yerli kadın
Teyp getir, kaset çalalım: Bu akşam âlem var
Lastik patladı: Aldığımız kadın iyi çıkmadı, değiştir
Dört kişilik kadayıf dolması gönderir misiniz?: Dört kadın talebi
Cağ kebap keçi etinden olsun: Kadının güzel ve genç olması

O kadar da önemli değil bırakıp gitmeler – Can Yücel



o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer…
belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine derince bakmasalardı eğer…
çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…

düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman
meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer…
rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer…
uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer…
gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer…
ıssızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer…

sen gittikten sonra yalnız kalacağım
yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?

evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer…


Ve gerçekten silinebilseydi...




...Ben sildirirdim...

Bir gün anısız uyanmak için..Çünkü bu karda kışta boğaz ağrım ve öksürüğüm tam bir aydır hala geçmemişken son ihtiyacım olan şey bir boğaz düğümlenmesi..

Gerçi Osho der ki, mutlu olmak istiyorsan, acının varlığını da kabulleneceksin.Zamanında mutlu etmemiş bir şey acı da vermezdi.Peki esas soru bu, bu acıdan kurtulmak için, tüm o mutluluktan vazgeçebilir miydin?

24 Ocak 2010 Pazar

Kebe'den beklenmedik bir performans..

Bir cumartesi gecesi..Şarap, biraz daha şarap, sonra biraz daha..Ve insanların duymadığı konuşmaları arasında Kebe ayağa kalkar, ani bir hareketle beş fotoğraflı o çerçeveyi eline alır, hiç düşünmeden o en alttaki fotoğrafı çıkarırken bir alkış ve "vuuhuuu" tezahüratları kopar.Evet, aylardır beklenen hareket yapılmış ve o fotoğraf yerini boşluğa bırakmıştır.Derken PembeFil koşarak içeriden inöğü getirip, yere Kebe'nin ayaklarının altına atmıştır.Kebe inöğe kıyamaz, kucağına aldığı gibi içeri gider.Yatağının altındaki sandığı açıp, fotoğrafı, inöğü, sonra baş ucundaki kuzuyu ve en sonunda komidinin üstünde hüzünlü hüzünlü bakan Lawrence'ı alıp, içine fırlatır.Ve sandık kapanır.Bu hareketle Kebe kendini tuvalete kapatıp ağlar (endişelenmeyin 2 gün öncesine kadar zaten su içmek kadar sık ve doğal bir aktiviteydi ağlamak Kebe için).

Ve Kebe özgürleşir...Geriye sadece çam ağacında tuttuğu dilek için geri sayım kalmıştır.

"Bensizken güçlü olandan daha güçlü, bensiz mutlu olandan daha mutlu..."

22 Ocak 2010 Cuma

21 Ocak 2010 Perşembe

İşte budur !

Sevgili aşk mağduru genç bayan(lar), bu aralar zor günler geçiriyormuşsun haberim oldu.Sen daha ayrıldığınızı kabullenemeden bir başkası girmiş onun hayatına.Biliyorum bebeğim çok zor..2 gündür iş yeri, sinema, toplu taşıma araçları ve bilumum kamusal alanlarda ağlıyor, geceleri ağlamaktan nefes alamayıp öksürük krizlerine giriyor olabilirsin.Diyorum ki ben sana, biraz Alanis ablandan örnek al.Abuk subuk, artık hatırlamadığı duygusal şarkılar yapmışsın zamanında ona, örnek al bak şarkı sözü böyle yazılır :


I want you to know, that I'm happy for you
I wish nothing but the best for you both
An older version of me
Is she perverted like me
Would she go down on you in a theatre
Does she speak eloquently
And would she have your baby
I'm sure she'd make a really excellent mother

'cause the love that you gave that we made wasn't able
To make it enough for you to be open wide, no
And every time you speak her name
Does she know how you told me you'd hold me
Until you died, till you died
But you're still alive

And I'm here to remind you
Of the mess you left when you went away
It's not fair to deny me
Of the cross I bear that you gave to me
You, you, you oughta know

You seem very well, things look peaceful
I'm not quite as well, I thought you should know
Did you forget about me Mr. Duplicity
I hate to bug you in the middle of dinner
It was a slap in the face how quickly I was replaced
Are you thinking of me when you fuck her?

'cause the joke that you laid on the bed that was me
And I'm not gonna fade
As soon as you close your eyes and you know it
And every time I scratch my nails down someone else's back
I hope you feel it...well can you feel it




-----

Bir de bu Alanis ablanın bir şarkısı daha vardı :"Doth i protest too much"..Sözlerinin anlattığının aksine sen bir aşk böceği olarak o şarkıyı dinleyerek gitmiştin sahile elinde sıcak şarap ve tarçınlı kurabiyelerinle...Kabul et şekerim, çok gerizekalısın..Neyse küçüktün affettim.Neyse ne diyordum..Bu şarkıyı buraya koymuyorum, mazallah yine ağlamaya başlarsın sabaha kadar yolu var..Senin kafan "you oughta know"da kalsın, ama şu sözleri hatırla e mi?

"I'm not disappointed about how you don't miss you me, cause I don't need you too..
I'm not saddened
And I don't miss you
Cause I have moved on too
I'm not concerned about your new lover
Cause I have a new lover too "

Haydi canım, bu budur..
çalışmak istemiyorum.
herhangi bir şey okumak istemiyorum.
yazmak istemiyorum.
konuşmak istemiyorum.
susmak istemiyorum.
ağlamak istemiyorum (bir o kadar da istiyorum).
dışarı çıkmak istemiyorum.
ofiste oturmak istemiyorum.
müzik dinlemek istemiyorum.

Mutsuz son

Mutlu son diye bir şey yoktur ki zaten...Mutlu bir başlangıç olabilir sadece.Neyin sonu mutlu olabilir ki?Birinin mutsuz sonu, diğerinin mutlu başlangıcı olur..

Kontrolüm dışında gelişen olayların canımı acıttığı bir akşam daha...Bazı şeyler vardır, eninde sonunda olacağını bilirsiniz.O yüzden güyya hazırlıklısınızdır, zaten o kadar kanıksamışsınızdır ki durumu, vız gelir tırıs gider..Değil mi?Değil...

Ben de onun yanında bir dilek tutmuştum..Güzel bir yaz gecesi bir yıldız kaymıştı.Sadece üç gün içinde gerçekleşmişti dileğim..Ama sonuna "happily ever after" eklemeyi unutmuşum.O kadar uzağı düşünmeyecek kadar da küçüktüm.Eşsiz sandığım paylaşımların başkalarıyla tekrar edilebileceğini bilmeyecek ve sonsuza kadar sürebileceğini düşünecek kadar saftım, taa ki bugüne kadar...

Bir dilek de Üsküp'te dilemiştim, 2009 Nisan ya da Mayıs'tı, Hıdrellez gecesi..Dileğimizi bir ağaca mı asalım, nehre mi atalım diye düşündük ve taş köprüye gittik.Üzerine dileğimi çizdiğim kağıdı suya attım..Ve o dilek bir daha geri gelmedi.

Bugün bir dilek daha tutuyorum..Şu an bunu atabileceğim bir nehir yok, asabileceğim tek ağaçsa yılbaşından kalma çam ağacım.Ben şimdi bu dileği çam ağacıma asacağım, ve yarın kaldıracağım.Seneye tekrar kurduğumda o dilek gerçekleşmiş olursa, hayatımın son 4 senesini ve bu geceyi hatırlayıp bir kahkaha patlatacağım.

Bir fotoğrafa "seni seviyorum" diyecek kadar yalan bir gece ve belki yalanın en büyüğü olan geri sayımım devam ediyor (5-39)...

20 Ocak 2010 Çarşamba

...

gülme kabiliyetim sonsuza kadar elimden alınmış gibi hissediyorum şu anda..

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 6 - Within Temptation, Forgiven

Bence bu "ben yazsaydım bu kadar olurdu"nun doruk noktası..


"Couldn't save you from the start
Love you so it hurts my soul
Can you forgive me for trying again
your silence makes me hold my breath
All time has passed you by

for so long I've tried to shield you from the world
you couldn't face the freedom on your own
Here I am
left in silence

You gave up the fight
you left me behind
all that stands forgiven
You'll always be mine I know deep inside
all that stands forgiven

Watch the cloud drifting away
Still the sun can't warm my face
I know it was destined to go wrong
You were looking for the great escape
to chase your demons away

I've been so lost since you've gone
why not me before you
why did fate deceive me

Everything turned out so wrong
Why did you leave me in silence"


Sen gittin ve herkes ölmeye başladı

Emrah Serbes'in yazısından bir alıntı :

"sen gittin ve herkes ölmeye başladı

elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir.
bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. suyun dibine ağır
ağır çöken taşlar bilir. matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere
düşün. perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. eskisi gibi
acımıyor ve de asıl bu acıtıyor."

Tamamı da güzel aslında.Meraklısı bulsun okusun dimi?

An Acoustic Night at the Theatre



30 Aralık gecesi Rock FM'den kazandığım albüm biraz önce elime geçti.

Within Temptation'ı bu kadar sevmem boşuna değilmiş bunu anladım.Bir insanın canlı sesi nasıl bu kadar pürüzsüz olabilir?Gothic rock akustiğe nasıl bu kadar güzel uyarlanabilir?Şu an Sharon "All I Need"i söylerken resmen ruhum dinleniyor.

"Don't tear me down for all i need, make my heart a better place.."

Ama hakkaten bu böyle olmayacak, bu konseri izlemem lazım artık.

19 Ocak 2010 Salı

Kar, aşk ve mucizeler..

Yılın ilk karı yağıyor görüş alanımda.Karşıdaki çatı az biraz tutuyor gibi, ama ağaçlar, yollar, her yer bembeyaz olmayınca kar yağışı daha az keyif veriyor.

Yine kar insanı bir romantikleştiriyor, ayakların yerden kesilesi geliyor..

Dün yine arabada giderken radyoda çalan bir şarkı beni bir hoş yaptı..Seneleeer öncesinden, "miracle of love" çalarken, güzel bir düğün şarkısı olabileceğini düşündüm.Çok yavaş kaçabilir, ama bu gidişle zaten yaşlandığımda evleneceğim için hızlı hareket edecek bir bünyem olmama ihtimali yüksek.Yok yok..Bu şarkı güzel..

"The miracle of love
Will take away your pain
When the miracle of love
Comes your way again."

"But I'll show you something good
If you open your heart
You can make a new start
When your crumbling world falls apart."

Falan filan...

Ve ben mucizelere inanıyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

Boris Vian

Sıradan insanlar için peri masalı..

Acayip tavla-nargilem geldi.

"kiss while your lips are still red, while he's still silent.."

Dinlemeyeli aylar olmuş bu şarkıyı, neden dinlemediğimi şarkı başlar başlamaz hatırladım..

Aklımda bıraktığı, uzak diyarlarda özlemle dolup taştığım bir gün bu şarkıyı bana yolladığı ve beraber dinlediğimiz, aramızdaki bağın aşktan büyük bir şey olduğuna inandığım bir gece..

Geri sayım(lar)

7 - 42

15 Ocak 2010 Cuma

Düğün hazırlıkları..

Gerçekten dedikleri kadar varmış..Çok stresli..Neyse insanın önünde kestiremediği kadar uzun bir süre olunca bu stres biraz olsun azalıyor.

Senelerdir Kadıköy'e giderken sağlı sollu çirkin gelinlikçiler insanın üzerine üzerine gelirken, "yüce rabbim, ben böyle çirkin şeyler giymem" diye haykıran genç kızın dramına çözüm : demoda butik.

Şaka bir yana, bırakın evlenmeyi, her türlü testosteronlu yaratıktan köşe bucak kaçan bir insan olarak bu gelinlik olayı nerden çıktı diye soracak olursanız..Geçenlerde Kadıköy'de yürürken güzel bir butiğe rastladım.İçeride pek sevimli bir hanım (aslında 2 kişilermiş), kendi tasarım giysilerini dikip satıyorlarmış.İşin ilginci bu butik burada 2.5 yıldır varmış ve ben daha yeni görmüşüm.Abiye-günlük ne isterseniz birbirinden güzel kıyafetler yapıyorlar.Fiyatlar da öyle aman aman pahalı değil.

Buyrun bu da adresi..

http://www.demodabutik.com/

14 Ocak 2010 Perşembe

En çok sorulanlar..

Neden?

Nerde?

Ne zaman?

Kim?

Nasıl?

Ve...Neden??

13 Ocak 2010 Çarşamba

...

Garip bir his değil mi?Birine ölesiye kızgınlık duymak, ama bu "biri"nin hayatta en sevilenler arasında olması...Birine tüm hıncınla vurmak, hırpalamak istemek, ve bu "biri"nin yanında istenilen tek insan olması...En büyük mutlulukları ve en büyük acıyı verenin aynı insan olması...

Bir gün, geride kalmış olan tüm güzel günler gibi, bugün de geride kalacak..Şimdilik, geride kalan tek şey zaman..

Bayadır bu şarkıyı dinlemiyordum..Dinlemesi zor çünkü..En azından benim için..





Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 5 - Anathema, Natural Disaster

Vay anasını sayın izleyiciler...Bir akşam vakti işten eve dönmeye çalışırken arabadaki eski cd'ler arasından bir cd seçtim dinlemek için.İçinden ne çıksa beğenirsiniz...Evet doğru tahmin.Şimdi ne diyeyim...

Aşk acısı eninde sonunda sönen, dinen bir şey...(Öyle mi?)-Evet bence de öyle..(Ya, belki..)

Ama dokunsalar ağlayacak bir modda, İstanbul trafiğinde ilerlemeye çalışırken, her şey ağlatabilir, hele ki bu şarkı..Hele ki gerçekten "long cold winter without you" bitmez bilmezken ve o "hard to find" olan "strength" bir türlü edinilmemişken...

Bu şarkıyı yazmazdım da ne yazardım?

---

It's been a long cold winter without you
I've been crying on the inside over you
Just slipped through my fingers as life turned away
It's been a long cold winter since that day

It's hard to find
Hard to find
Hard to find the strength now but I try
And I don't want to
Don't want to
Don't want to go on and speak now
Of what's gone by
Cos no matter what I say
No matter what I do
I cant change what happened
No matter what I say
No matter what I do
I cant change what happened

You just slipped through my fingers
And I feel so ashamed
You just slipped through my fingers
And I have paid

Cos no matter what I say
No matter what I do
I cant change what happened
No matter what I say
No matter what I do
I cant change what happened
No no I can't change

Just slipped through my fingers
And I feel so ashamed
You just slipped through my fingers
And I have paid.

---

11 Ocak 2010 Pazartesi

Yeni Yıl

Nasıl girerseniz öyle geçermiş değerli okuyucular...

Biz nasıl girdik?Sangria'nın dış kapısında...Zaten gittiğim tek bar Sangria olduğu için bütün senemin orada geçeceğinden hiç şüphem yok.Ha bir de o sırada mutlu olmam önemliydi, evet, yıl başı gecesi ağlamadım.

Yeni yılda diyete başladım -dünkü helvayı saymazsak-.

Yeni yıla güzel filmler izleyerek başladım.Mesela "Invention of Lying" beni gülmekten kırıp geçirdi (abarttım).Ama yine baya güldüm.Yalanın olmadığı, herkesin azğına geleni söylediği bir dünyada, bir adamın yalanı keşfetmesi üzerine bir film.Ben çok sevdim yalansız dünyayı.İnsanlar birbirlerinin suratlarına bakıp ne hissediyorlarsa onu söylüyorlar.
"It's not you, it's me" klişesi bu dünyada daha gerçekçi olan "it's not me, it's you" ile yer değiştiriyor mesela...



---

Bir de bir diğer filmimiz "Shrink" var yeni yılda yalnız ve hasta günlerime eşlik eden..Bu filmin hikayesi biraz ilginç..Ben bunu bir dvd'cide gördüm ve kapağı depresif göründüğü için almadım.Sonra wheneverland kankam bana bu filmin çok güzel olduğunu, çok da depresif olmadığını söyledi ve ben filmi aldım.Ve dün filmi izledikten sonra farkettim ki, wheneverland kankamın bu filmden haberi bile yokmuş.Buradan anlıyoruz ki ben yine gerçekle rüyayo karıştırmaya başladım.

Neyse filme gelince..Kendi söküğünü dikemeyen bir terzi -pardon terapist- ile ilgili bir film.İzlenesi...



---

İşte yeni yılım şimdilik böyle..Bir kaç detay daha var ama kamusal alanda telaffuz edilecek şeyler değil..

NOT : Yeni yılda bunamışım, "Shrink"i öneren kankam pembe filmiş, ve ben öyle bir rüya da görmemişim.

7 Ocak 2010 Perşembe

Forgetting Sarah Marshall




Yeko arkadaşımın Jason Segel hayranlığımdan ve son zamanlarda yaşadığım talihsiz olaydan yola çıkarak tavsiye ettiği bu filmi en sonunda aldım ve Üsküp'te hasta yatağımda izledim.Bu adamın oynadığı karakterler o kadar birbirine benziyor ki, gerçek karateri zannetmek işten bile değil.Hayranlığım da bundandır zaten..Kara kaşına kara gözüne değil.Zaten adamın kaşı gözü de kara değil.

Filmin başlarında Peter'cığımızın 5 senelik sevgilisi tarafından terkedildikten sonraki buhran sahneleri benim açımdan baya trajikomikti.Ne kadar ortak yönümüz var gel beraber mantı açalım diyecekkene, kahramanımızın karşısına başka bir taş hatun çıkıyor ve olaylar gelişiyor.

Öyle izlemesi kolay, eğlenceli ve ev filmi işte..Yürü git Sarah Marshall!