31 Aralık 2009 Perşembe

Çok üzgünüm lan..

Öyle böyle değil...

Cinnabon



...Ve 2009'da tanıştığım bu müthiş lezzeti anlatmadan geçemeyeceğim...

Cinnabon değişik bir tatlı hamurunun bizim gül börek tabir ettiğimiz şekilde sarılıp, esasen tarçınlı bir sosla yapılan bir tatlıdır.Ama bunun bir çikolatalısı vardır ki düşmanınıza vermeyin.

Mide bulantısından doğru dürüst yemek yiyemeyen ben, bu tatlıyı Bengü ile paylaştıktan sonra üstüne 2 tane daha yerdim hissiyle dolup taştım.

Obez amerikalıların dünyayı obezleştirme politikasının bir parçası olan bu tatlıyı Schloztkys'de bulabilirsiniz, ya da bulmayın en iyisi..

2009 Raporu

Evet...Sonunda yazıyorum.An itibariyle dinlediğim (ve muhtemelen yazı boyunca dinleyeceğim müzik) Yeni Türkü, Başka Türlü Bir Şey. (Edit : Bir kısmını sonradan yazdığım için farklı bir müzik dinliyorum : Mindflow, Breakthrough)

2009'a biraz buruk ama güzel girdik.Önce güzel bir aile yemeği...Kızını kaybettikten 7 ay sonra bir yılbaşı yemeğine katılan 87 yaşındaki enişte şu an gittiği yerden bana bir hayat dersi veriyor.2009'un yılının götürdüklerinden...Huzur içinde yatsın..

Sonra geleneksel Gökhan evi partisi..Güzel insanlarla güzel muhabbetler, ara sıra boş boş televizyona bakmalar...Bolca içmeler...Saat 12 olunca birbirine sarılmalar..Herşey olması gerektiği gibi keyifli ve sıradandı.

Ve 2009'un ilk doğumu!Cecüş'ümün bebeği oldu!Bu hala inanamadığımız bir şey.Çocuk 1 yaşını bitirmek üzere ve ben hala ona bakıp "bu senden mi çıktı" diye sorup duruyorum.8 yaşından beri beraber olduğunuz bir arkadaşınızın çocuğu olması değişik bir his.Hayatta güzel şeyler de oluyor.

Ocak ayı..Kaç defa izlediğimi bilmediğim Amélie'yi bir kez daha izledim ve bu defa çok farklı bir anlam taşıyordu.Amélie'nin mutlu sonuna erişmiştim.
Şubat..Aptal Issız Adam filmi...
Mart...Yine Üsküp yolları göründü bana.Bu defa farklı bir evde kalıyordum, farklı bir hayatım oldu.Herşey çok güzeldi.
Ve doğum günüm..Hayatımın en kalabalık doğum günüydü...Sabahtan Burgazada'da müthiş bir gezi yaptık.Akşamında Büyükada'da 27 kişilik bol rakılı bir eğlence..Ve martı sesleriyle bitti o güzel gece...Ada kokusuyla uyandım yeni yaşıma, huzurlu, mutlu, beklentisiz...

Ve sonra yine Üsküp...Haftada yedi gün çalışıyordum, ve bu çalışma temposunda Türkiye'de okul devam ettiği için bir de ders çalışmak zorundaydım.2009'un bana getirdiği en güzel şeylerden biri o şantiyede öğrendiklerimdi kesinlikle..İşimi çok sevdiğimi öğrendim, ve bu uğurda zılgıt yemenin bile güzel bir şey olduğunu...

Ve bir gün, hayalini bile kuramadığm bir şey gerçekleşti.Üsküp'teki arap restoranında babamla oturuyorduk.Bana bir şey söyledi, önce inanmadım, ve şu an çok gerçek.2009'u bıraktım, 27 yıldır başıma en güzel 3 şeyden biri bu.

Ve İstanbul'a dönüş günü geldi çattı..Bir yanda yeni bir hayata başlayacak olmamın verdiği heyecan, diğer yandan "birine" duyduğum özlem...2009'un son normal günüydü, onda da uçağı kaçırdım.Hala düşünürüm, o uçağı kaçırmasaydım ne olurdu diye..

O gece yaşanan bir diyalog :

-...bilmiyorum bir garip konuşuyor telefonda
-süpriz yapacaktır sana, havaalanına gelir belki
-hahaha bu kadar zamandır tanıdıysam bu ses öyle bir ses değil, hayatta gelmez beni almaya.. (Ders 1: seni havaalanından almayacağını bildiğin bir adamla neden berabersin?)

Ve 25 Mayıs...İçime mi doğmuş ne, buz gibiydim..1 aydır özlemle görmeyi beklediğim insanı görünce bir şey hissetmedim.O da hissetmedi..Ertesi gün biraz daha toparladım, yemeğe gidecektik akşam.Ve yine bir diyalog :

-kaçta geleceksin?
-gelirken ararım.
-ben yürüyüşe çıkıyorum ararsın.

2 saat sonra :

-geliyor musun?
-geliyorum yoldayım.
-gel seninle konuşmak istediğim bir şey var.

Bundan sonrası bir sit-com sahnesi...Evlennme teklifi beklerken terkedilmek her genç kadına nasip olmuyor tabii...(Ders 2: Anlam veremediğin bir şekilde soğuksa sana, koşarak kaç)

Yaz oldukça kötüydü haliyle..Anlatacak bir şey yok yaza dair.Bir Datça var, her zamankinden zor gelen, bir de tekne turu...Ha bir de ufak da olsa bir kalp çarpıntısı var, biraz olsun gülümseten..

Ve eylül...Yeni evime taşındım.Bu yeni hayat iyi geldi bana.Bu evin anlamı çok büyük..Ve bir şarap var hala o özel kutlamayı bekleyen..

2009'un en kötü olayı şüphesiz yine bir ölüm korkusuydu.İnsan çok sevdiği birini kaybetmeye yaklaştığında, o his bir lanet gibi çöküyor üstüne ve sonrasında her şey iyi gidiyor olsa bile etkileri sürüyor.Tıpta mucizeler oluyormuş, ve biz bunlardan birini birinci dereceden yaşadık.2010 senesinde benzeri şeyler yaşamamak en büyük ve en önemli dileğim.

2009'un diğer önemli olaylarına gelirsek, şarkılarıyla büyüdüğümüz, bizim neslin toptan hayranı olduğu Michael Jackson yaşama veda etti.Bu haberi öğrendiğim sabah baya garipti.Hani herkes ölürdü de, M.J. ölemezdi gibi...Bir de Patrick Swayze gitti..Onu da severdik.

Ve Mesut Süre ve Metehan Mert Çakır'a buradan sevgilerimi iletmek istiyorum.2009 yılının son hediyesini onlardan aldım, "An Acoustic Night at the Theater" albümü!

Her ne kadar 2009 benim için bir sondan çok, güzel bir başlangıcı ifade ediyor olsa da, 2009'dan nefret ettim.Bitiyor olduğu için çok mutluyum...

2010 ise tüm yeni yıllardan farklı...Hep yeni yıllarla ilgili temennilerim olurdu, şöyle olsun böyle olsun diye...Ve bu sene gördüm ki, iyi de olsa, kötü de olsa, hep beklemediğim olmuş.2010 için pek bir dileğim yok.Bildiğim bir şeyler var sadece..

Ve affetmeyi diliyorum, kendim için.

"Başka türlü bir şey" istiyorum 2010'da...

30 Aralık 2009 Çarşamba

Just Breathe...

Neden sadece nefes alıyormuşum..

Yalan söylemek ne kadar rahatlatıcı bazen...

(Sadece nefes alıyorum çünkü...) - bakın, cevabı bende bile yokmuş.

Ve bir de, böyle zamanlarda işte, boğaz düğümlenmesi sırasında, ağlama krizi geciktirici söz öbeği : "just breathe"..Gerçi bazen çok az idare ediyor.Olsun..

Aslında ölüm anlatmasına rağmen, Eddie'nin sesi ve bu muhteşem müzik yeterince teselli edici geliyor şu an.

2009'da en çok dinlediğim şarkı olmasa da, bu şarkıyı 2009'un şarkısı ilan ediyorum.


"Did i say that i need you, did i say that i want you?.."

Yok böyle olmayacak, tüm sözleri yazmalıyım belki de...

---

Yes I understand that every life must end,
As we sit alone, I know someday we must go,
I’m a lucky man to count on both hands
The ones I love,..

Some folks just have one,
Others they got none.

Stay with me,..
Let’s just breathe.

Practiced are my sins,
Never gonna let me win,
Under everything, just another human being,
Yeh, I don’t wanna hurt, there’s so much in this world
To make me bleed.

Stay with me,..
You’re all I see.

Did I say that I need you?
Did I say that I want you?
Oh, if I didn’t now I’m a fool you see,..
No one knows this more than me.
As I come clean.

I wonder everyday
as I look upon your face,
Everything you gave
And nothing you would take,
Nothing you would take,..
Everything you gave.

Did I say that I need you?
Oh, Did I say that I want you?
Oh, if I didn’t now I’m a fool you see,..
No one know this more than me.
As I come clean.

Nothing you would take,..
everything you gave.
Hold me till I die,..
Meet you on the other side.

---




---

Ölüm döşeğindeki bir insan için..

Doğum yapmakta olan bir kadın için..

Mutsuzluktan nefes almakta zorlanan biri için..

Uyanmak için bir sebebi olmadığını hisseden biri için..

Göğüs kafesinde aşk acısı taşıyan biri için..

"Let's just breathe.."

28 Aralık 2009 Pazartesi

Bir şarkı yazabilseydim - Bölüm 4 - Travis, Happy to Hang Around


Her cümlesiyle olmasa da...




They were following me
They were following everyone
They had visions of me
Holding hands walking in to the sun?
Now people get down, people get down, people get hurt
When you did it to me
I was already in the ground

And I'll never get into your heart
Though I don't even want to start
I'll never get into your heart
I'm just happy to hang around
Happy to hang around
Happy to hang around

Take a picture of me
And show it to everyone
And no more pictures of you
No more love, no more setting sun
Now people get down, people get down, people get hurt
And when you did it to me
I was already in the dirt

And I'll never get into your heart
Though I don't even want to start
I'll never get into your heart
I'm just happy to hang around
Happy to hang around
Happy to hang around

27 Aralık 2009 Pazar

Someone Special - Poets of the Fall

"Back row to the left, a little to the side
Slightly out of the place
Look beyond the light, where you'd least expect
There's someone special"

Çoğu insan hayatında en az bir kere bulduğunu sanmıştır değil mi?Ve çoğu, büyük bir ızdırapla kopmuştur bir şekilde o "özel insan"dan...Ve daha büyük ızdırap aslında kopuştan değil, özel olduğuna inanılan insan için senin özel olmayışındandır (ben değil de bir arkadaşın başına geldi ordan biliyorum).

Bu şarkıyı ithaf ettiğim biri vardı...Bir mektupta yazmıştım sözlerini...Muhtemelen çoktan kaybedildi, atıldı, yırtıldı o mektup, değişik şehirlerden attığım kartpostallar gibi oldu kaderi...Sevinçten ağladığım sayılı günlerden biriydi..Ne garip değil mi, birinin kalbinin derininden yazdığı sözcükler, bir diğeri için sıradan bir kağıt parçası...

17 Aralık 2006...Geri gel ve ben o basamaklarda durmadan yoluma devam edeyim.

...

Neyse...
"Some (other) one".."Some (right) one"..."The One"...

Herkes için bir tane var...Ve ben bunun insanın elinden kayıp gidecek bir şey olduğuna inanmıyorum.Gittiyse, "O" değildir.Ve gittiyse, sonunda "O"nun gelmesi için yol açılmıştır.

Ve optimizm bir spor değil, Başak'ın ağlarken bile içinde bulunduğu düşünce/hissetme halidir.

25 Aralık 2009 Cuma

Çağrı

Sevgili beyaz atlı prens,

Biliyorum bu devirde bırak beyazını, eli yüzü düzgün bir at bulmak bile çok zorlaştı.O yüzden diyorum ki artık sen o atı beklemesen, varsa bir dört tekerlekli, yoksa iki tekerlekliyle gelsen...O da yoksa bir taksiye binsen...Paran da yoksa bir zahmet metrobüsle-vapurla hatta yürüyerek falan gelsen...Merak etme ileride sıkar dişimizi alırız bir araba.Birlikten kuvvet doğar derler.

Başak Pandora'dan bildiriyor...



Sayın izleyiciler, 5 yıllık yolculuğun sonunda Pandora'ya ulaştım ve buradaki müthiş deneyimlerimi anlatmak istiyorum.Ama anlatamayacağım kadar müthiş olduğu için acilen en yakınızdaki 3 boyutlu sinemaya gidin, burayla ilgili bir film yapmışlar duyduğum kadarıyla, kaçırmayın derim.Malum 5 sene uzun bir yolculuk ve masraflı.Neyse ki biz Michael'la mütevazi bir yaşam sürerken emekliliğimiz için baya para biriktirmiştik de Pandora'ya yerleşme kararı aldık.Bizi kabul etmeleri önce baya zor oldu.Kabile reisi beni haremine almak istedi, Michael'la bir münakaşa ettiler.Köyün hatunları deseniz sürekli Michael'ın tepesinde...Neyse sonunda alıştılar ve biz 2 muhteşem insan, bu diğer muhteşem yaratıkların arasında mutlu mesut yaşıyoruz.

Burada yaşamanın zorlukları var tabii...Şu soulbound olayı Michael'ı baya sarstı.Ben wow geçmişim olduğu için kolay alıştım, olaylara biraz aşinalığım var.Bir de soulbound kuşlar edindik de keyfimize diyecek yok...O ağaç senin bu ağaç benim zıplayıp uçup duruyoruz.Garip bir hayat..

Neyse bir gidin izleyin..Biz esas hikayenin geçtiği köyde yaşamıyoruz.Bir ara göreceksiniz deniz kenarında bir uçurumun tepesindeki köydeyiz.Orada çekim yapılırken çağırdılar da, Michael dedi orada çekimlerden kaçtım, burada doğal hayatı yaşayalım.Ben de anlayışla karşıladım.Sonra bir de babam görüp, "biz bu kızı maviye boyanıp 5 ışık yılı uzaktaki bir gezegende oyunculuk yapsın diye mi mimarlık okuttuk" demesin diye ben de pek sıcak bakmadım.

Neyse özetle, beni filmde göremeyeceksiniz ama mutlaka izleyin.Ama sakın ve sakın 2 boyut olmasın !

24 Aralık 2009 Perşembe

Mr.Tambourine Man

"...Then take me disappearin' through the smoke rings of my mind,
Down the foggy ruins of time, far past the frozen leaves,
The haunted, frightened trees, out to the windy beach,
Far from the twisted reach of crazy sorrow.
Yes, to dance beneath the diamond sky with one hand waving free,
Silhouetted by the sea, circled by the circus sands,
With all memory and fate driven deep beneath the waves,
Let me forget about today until tomorrow."

23 Aralık 2009 Çarşamba

The boat that rocked !



Ne iyi ettim de izledim şu filmi...Başka bir dünyada gibiydim 2 saat.Herşeyi bırakıp o teknede yaşamak istedim.Kocaman takma kirpikler takıp o muhteşem kıyafetlerden giyip geminin tepesinde çılgınlar gibi dansetmek..

Bu filmde bile ağladım da, allah beni ıslah eylesin.

Ama rengarenk, eğlenceli, süper müzikli, bitmesin istenen bir filmdi.

22 Aralık 2009 Salı

Tekne Özlemi...




Üzerinden 4 ay geçti mi gerçekten?

Bu teknenin tepesinde, sadece içinde geçen "rain" kelimesinden dolayı sonbahardan korkutan o şarkıyı bağıra çağıra söylerken hissettiğim huzurun üzerinden 4 ay...
Keyifle rakı muhabbeti yaptıktan sonra biraz müzik dinleyeyim diye teknenin arkasına geçip kalbim ağzımdan çıkarcasına kadar ağladığım günden beri 4 ay...

Dalmayı özledim...Gerçek dalga sesini...Cır cır böceklerini...Seyir halinde kamara yatağında yatıp kitap okurken uyuyakalmayı...Gece denize girip yakamoz yapıp izlemeyi...Koca bir yazın ufak kalp çarpıntısını...

Bir de tüm bunları daha güzel kılan biri vardı...

Denizin, tatillerin, bakışmaların, gülüşlerin, sarhoşluğun, ayıklığın, dünyanın daha güzel olduğu bir zaman vardı...

Bir kış günü renkler neden bu kadar canlı olur ki?Bana yazı hatırlatmasın hiç bir şey...Bana onu hatırlatmasın.





Ve o şarkı :

it's coming down.
it's raining outside.
you've nowhere to hide.
she's asking you
why you think it's funny.
....
she's leaving your house.
she had to get out.
she's mad,
and she'll take her mattress with her.
....
you lie on the floor.
she's slamming your door.
she's gone,
and she's wearing your red sweater.
....
it's coming down.

Yıl Başı / Sonu Etkinlikleri

-Ailenin evinde geniş aileyle takılmak
-Kendi evinde güzel bir film koyup aylardır bekletilen şarabı açmak
-Kendi evinde arkadaşlarla partilemek
-Batur'un ev partisine gitmek

Ve her aktivite dahilinde, bu senenin bana getirdiklerine şükretmek (her gün şükrediyorum buna), götürdüklerine ayrı şükretmek, bu kadar boktan bir seneyi(tek bir şey dışında-çok şükür-) sonunda bitebildiği için tebrik etmek, her sene olduğu gibi en kötü senem böyle olsun diye tekmelemek, yeni yılın başlaması yerine, eski yılın bittiğine sevinmek, her zamanki gibi yeni yıl saçmalığını kutlayan insanlara bakıp gülmek, akabinde onlar gibi olamadığım için ağlamak, ağlarken yorulmak, ve yeni sabaha kurbağa gözlerle uyanmak...

2009 raporunu yazasım gelmedi sanırım.Daha bir hafta var zaten.

Bit artık lanet sene...

20 Aralık 2009 Pazar

Away we go...



Bir cumartesi gecesi...Şaraplar alınır, mısırlar patlatılır.Rengarenk ışıkları olan çam ağacının karşısında mumlar yakılıp sohbet edilir.Ve derken sıra gecenin filmini seçmeye gelir.Birileri, korku filmi, birileri aşk filmi der.Ve sonunda "Away We Go" gecenin filmi seçilip "play"e basılır.

Odadan yükselen sesler:

-"böyle bir erkek var mı?"
-"ben böyle yaşamak istiyorum"
-"ben böyle bir sevgili istiyorum"
...iç çemkeler...
-"ben bebek istiyorum"
...burun çekmeler...

Hollywood'un süper klişe romantik komedileri gibi önce hoş bir "date" arkasından süper lüks restoranlarda yenen yemekler, yapay romantizm, ve sonrasında gelen bir kavga, ve finalde barışıp mutlu son havasında olmayıp, hem müthiş romantik, ve bir o kadar komikti.

Daha geçen gün artık güzel romantik komedi kalmadı hepsini tükettim derken, bu film çok iyi geldi.

Not : Korku filmi isteyen bendim, iyi ki de izlememişiz.

18 Aralık 2009 Cuma

Lanetli cuma tabii ki burda bitmez...




Babama doğum gününde elini oyalasın da daha az sigara içsin hatta mümkünse sigarayı bırakmaya karar verirse yardımcı olur diye aldığım bu 70 TL'lik 216 toptan oluşan oyuncağın bir topu kayıp!

Zaten sinirli başladığı bugünün sonunda, stres atmak için eline alıp bir küp yapmaya çalışmış, bir topu eksik görünce daha da sinirlenmiş.Aradım aradım bulamıyorum...

O kadar sinirliyim ki...Bu cumayı kurtaracak bir şey olabilir mi?

Bu burda bitmez...

Lanetli cuma şu an en fiziksel haliyle kendini gösteriyor...Saat 4 olmadan hava karardı...Deli bir gök gürültüsü ve sağanak başladı.Şaşkınlıkla dışarı bakıyorum, gök gürültüsü her patladığında bir hopluyorum, bu nedenle kulaklık taktım müzik dinliyorum.

Evet müzik...Şu an birbirinden alakasız parçaları ard arda dinlerken, birbirinden alakasız şeyler düşünüp, hayal edip, sinirleniyorum (evet şu an çok sinirliyim).




-cold cold as the night, high as the trees, slow as you like...
-personne ne te remplace, non, personne..
-you’ll never pass for someone who’ll find a place in life, you sough to take that last breath to give away your heart and mind..tonight this is where we go to find out who we really are, we've got nothing left to lose..

Lanetli Cuma

Bir bir gün bir çocuk, eve de gelmiş kimse yok.
Açmış bakmış dolabı, profiterol sanmış elmayı.
Yemiş yemiş bitirmiş, akşama başlamış bir sıkıntı.

Böyle gider bu...Neden profiterolla kilo verilmiyor?Neden dün akşam yediğim o çikolata popoma, göbeğime, gıdıma yağ olarak dönüyor?Neden bu zararlı yiyecekler beni bu kadar mutlu ediyor?Ve neden bunlardan uzak durma çabası bir o kadar mutsuz ediyor?

Hayatım boyunca sabit olarak en gıpta ettiğim şey, istediklerini yiyebildikleri halde kilo problemi olmayan insanlar.

Bu insanlara burdan sevgilerimi göndermek istiyorum.

Bugünün hikayesi bu değildi aslında...
Normal zamanlarda pire gibi koşturup, bir sabah hasta olduğu için işe yarım saat geç kalıp, patronu tarafından azarlanan genç bir kadının hazin hikayesi bu...Bu da değil aslında...Eskiden iple çektiği hafta sonlarını şimdi sadece günde 15 saat uyuyabilmek için bekleyen, planladığı tek hafta sonu aktivitesi, planladığı yer ve saatte görmemesi gereken birilerinin gitmesiyle iptal olan mutsuz bir genç kadının hikayesi...
Neyse hikayenin sonunu söyleyeyim en iyisi, bu iki kadın aynı insanmış ve çok yakın bir zamanda iş hayatında süper başarılı olup, hayatının aşkını buluyormuş ve happily ever after.

Hikayenin sonu fazlasıyla gerçek dışı olduğundan yayıncılar bu hikayeyi sci-fi kategorisine koymuşlar, içinde science adına hiç bir şey olmamasına rağmen...

15 Aralık 2009 Salı

Bir gün her şey daha belirgin olacak...Ve daha sade...

Daha anlaşılır olacağım, daha anlayışlı...Daha sakin olacağım...1.şart : Adalet yok!

Eskiden okullarda "yeni yıldan bekledikleriniz" başlıklı kompozisyonlar yazardık..Onun gibi oldu..Ama esas 2009 raporu ve 2010 beklentilerini yılın son gününe kadar bekletiyorum.

10 Aralık 2009 Perşembe

Yıldızlar....

Şu an sağ el bileğimde sızlayan minik yıldızların benim için o kadar anlamı var ki...16 yaşımdan beri hayalini kuruyor olmam bir yana...

Bu dövme, ben istediğim sürece beni terketmeyecek olan tek şey...(Ref:"Sen beni istediğin sürece hayatında olacağım kelebek")...Böyle safsatalarla uyutulup, bir gün uyandığınızda "e ben seni hayatımda istiyorum, ya sen nerdesin?" diye sormamak için, dövme olayını tavsiye ederim.

Elimdeki bu minik yıldızların ışıltısı gözlerime vurmuş, kikir kikir sırıtırken, öyle bir şey gördüm ki...Ve yine...Hep hayatınızda olacağınıza inandığınız şeyler, bir gün birden bire kaybolmuş olabiliyor, ne acı, ne saçma...

Hayatıma hoş geldiniz minik yıldızlar...

9 Aralık 2009 Çarşamba

Yol durumu..



An itibariyle eve dönebilmem için geçmem gereken köprülerin durumu yukarıda gördüğünüz gibidir.1. köprü her zaman daha tıkalı, 2.köprü ise nispeten daha az tıkalı oluyor.Ama 2. köprünün yolu o kadar uzun ki, şu anda düşünüyorum acaba bugün bir değişiklik yapıp 1'den mi gitsem diye...

Bu yoğun düşünce fırtınaları biraz dindiğinde ise şu soru çınlıyor kulaklarımda : sıradan bir iş gününün sonrasında yapabileceğim tek değişiklik kullanacağım köprü müdür? Bu mudur?

7 Aralık 2009 Pazartesi

Relax Oase




Bu garip cihazı dün öylesine girip bir bakalım dediğim Tschibo mağazasında karşıma çıktı.Tesadüfe de bakın ki akşam eve döndüğümde yine orta şiddette bir nefes darlığı problemi yaşadım.Büyük bir hevesle bu cihazı çalıştırdım, pembe pijamalarımı giyip uzandım ve nefesimin düzene girmesini bekledim.Çok sürmeden uyumuşum...

Sesler çok duru değil, bir dijitallik var.Ama yine de bana gerçekten dalgalarla uyuyor olma hissi vermiş olmalı ki rüyamda Datça'dayım bir kış günü, fırtına çıkmıştı ve deniz kenarındaki çay bahçesinde dalgaları izliyordum.

Diğer rüyamda da 2012 tarzı bir şeyler gördüm ama önemli değil.

Önemli olan dalgalardı, sakinleştirdiler ve uyuttular.

Bu gece hangi sesi seçsem acaba...Orman, yağmur, rüzgarda kıpraşan ses çıkaran zımbırtı sesi, martılar ve cik cik kuşları...

Bir de bir ışık saçıyor alet çalışırken...Tek problemi, keşke o ışığın rengi sabitlenebilse...Mavi ışık yerine sürekli turuncu ışık olabilse...

Neyse işte, geçici bir heves midir bilmem de şimdilik 60 tl'ma değdiğini düşünüyorum.