30 Aralık 2013 Pazartesi


hayatımın en ama en güzel anısını kötü hatırlamak, ne kadar tatsız... bu durumda hala en güzel anısı kalabilir mi ki o anı?

26 Aralık 2013 Perşembe



sene sonu şarkısı..

"geçen sene bugün"lerin üstünden bile bir sene geçmiş, içim kıpır kıpır beklediğim her şey darmadağın olmuşken dinlemek çok farklı geldi... bir gece david gray şarkıları eşliğinde yaşadığım kaygıların bir bir gerçeğe dönüştüğünü hatırladım. ve bunda david gray'in hiç bir suçu yok.

alınan ders : sevdiğiniz şarkıları, grupları, yarın öbür gün sizin için kötü anılar listesine girme potansiyeli olan anlarda dinlemeyiniz.

3 Aralık 2013 Salı

kokteyl

her şeyin çözümünün doğada olduğuna inanan ben, uzun süredir depresyonumu doğal yollarla iyileştirmeye çalışırken, içinde bulunduğum durumun doğal olmadığını kabullenip seneler sonra razı geldim ve şu an nefis bir kokteylim var. 2 haftadan önce etki etmeyeceğinin söylenmesine rağmen yaşadığım bu hafiflik ilacın placebo etkisinden midir yoksa en sonunda kendim için "bir şey" yapmış olmanın verdiği iç huzura ilk adımdan mı bilmiyorum. nefesim bile daha hafif, böyle giderse 2 haftanın sonunda heidi gibi ortalıkta dolaşırsam iki tane çakın suratıma. tabii çakmanız için önce görmeniz lazım, ben bu ara görünmezim. hatta şeffaf. belki ilaç bu süpergücümden kurtulmamı da sağlar ve insanlarla "beni kullanıyorlar" paranoyasından kurtulmuş bir şekilde normal ilişkiler kurmaya devam edebilirim.(tam şu anda iç ses "amaan boşver" dedi, kesinlikle placebo..)

ne garip, yalnızlığın, terkedilmişliğin, istenmemişliğin biz kadar özgür ruhlu, bağımsız kadınların bile üzerindeki etkisi. insanı hasta eden bu çelişki belki de... en zor olan kendinle başetmek.
"birinden vazgeçmek güçlü olduğun anlamına gelmez. eğer birinden vazgeçiyorsan yerine birini koymuşsun demektir. doğa boşluğu sevmez, insanın kalbi de."

ayn rand

10 Kasım 2013 Pazar

herkes biliyor, aslında üzüleceğin bir şey olduğunu. belki haberin yok sanıyorlar, ama var. herhalde kimsenin işine gelmiyor bir cumartesi akşamını senin üzüntünle harcamak. hiç ummadığın yerlerden telefonlar geliyor, senelerdir görmediğin bir arkadaşın taa uzaklardan, gecenin körü, "yanına gelebilirim" diyor. ama sen kimsenin cumartesi eğlencesini bölmek istemiyorsun. "yok bişi ya, iyiyim"... aslında iyi olman gerekir, çok istedin onun mutlu olmasını, ama o mutluyken yanında olmak isterdin, ama o seni istemedi. çok mu önemli? sanırım önemliymiş.
aslında tam olarak bu yüzden yalnızlığı seçiyorsun, yanında sandıklarının gerçekten yanında olmadıklarını hissettiğin için.
neticede aslında yalnızlık, bilmelerine rağmen, en yakınlarından birinin, tam olarak şu an, yanında olmayı teklif bile etmemesiymiş.
bugün senelerdir görmediğim bir arkadaşım, "sen kuzey ışıklarını kovalamış insansın, bu mu üzecek seni?" dedi. öyle de hoşuma gitti, ama üzüldüm.

30 Ekim 2013 Çarşamba


çok yakın geçmişe dönüp baktığımda, şu anki ruh halime, düşüncelerime o kadar aykırı şeyler görüyorum ki, gerçekten beynimizde bir açma-kapama düğmesi olmaması mümkün gözükmüyor.
sadece o düğmeyi doğru zamanda kullanmayı öğrenmek gerek. evet, varlığını bilmek bir güvence vermiyor değil, ama yetmiyor.

bir de insan zamanı bazen belli bir noktaya geri çekmek istiyor. ama çok emin olamıyorsun, tam olarak o an mıydı yanlış olan, bir öncesi mi, üç sonrası mı...

9 Ekim 2013 Çarşamba

"all songs are beautiful, when it's you on my mind."

ve aslında kimse yokken aklımda, içimden geçiverdi güzel şarkılar dinlerken... belki de bu durumda esas dinlemem gereken şarkı "finally free", ama içim çok yumuşak, dingin, barışık, huzurlu... akustik gitarlar ve pianolar şu an içimi yıkıyor. tertemiz uyuyacağım bu gece.

23 Eylül 2013 Pazartesi

sözcüklerin gerçekten kendilerine has bir çekim gücü var, hatta çoğu zaman hareketlerden bile fazla..mıknatısın çekim alanına girmiş küçük bir metal parçası gibi, yerimde kalmak için çırpınırken, titreşiyorum.bazen öyle bir yeri uyarıyor ki, seçenekler arasında, çekim gücüne kapılıp gitmek, fiziken kalıp bir duygu patlaması yaşayarak belki anlamından şaşacak kadar kötü sözcükleri bedenimden ayırıp oraya savurmak, ya da sadece direnmek kalıyor.
hangisinin doğru seçim olduğuysa da, karşındaki insana, senin o anki sürecine hangisinin iyi geleceğine göre değişiyor.
yaşım itibariyle mi, yoksa son aylarda ivmesi artan istemsiz ama pek severek deneyimlediğim o değişim sürecinden mi bilmiyorum ama, bana en iyi gelen şey genelde mıktanısa çekilen metal parçasından çok, yaydan fırlamış bir ok gibi belki de, ıskalamak, bir yerde çakılıp kalmak, yaralamak..

17 Eylül 2013 Salı

git..nereye gidiyorsan, nereyi istiyorsan..kimi özlüyorsan..

yeter ki benle aynı denize bakma, beni düşünmüyorken.

ama ben, belki sonsuz olasılık arasından, senle aynı şehirde olmaya üzülyor olmayı tercih ediyorsam, belli ki senin hiç bir suçun yok.

14 Eylül 2013 Cumartesi

yollar..

- kebe, sen gerçek misin rüya mı?
-gerçeğim, bazen rüyayla gerçeği karıştırıyor olsam da..

"yollar, yollar beklediğim..."

bu sefer kendi yolumu gözlüyor gözüm.en sevdiğim yol şarkısını dinlemek içimden gelmese de..hem yeter ki seyahat olsun, insan kendine eşlik edecek bir şarkı bulur, değil mi?

fonda tren sesi, gözümün önünden geçen yeşil, elektrik direkleri, her durakta değişen ruh durumu, en içten gülümseyen halim -ki yalnız seyahat etmenin en kötü yanıdır bu anların fotoğrafını çekecek kimse olmaması, o yorgunluk, "beklediğim". ve yine kurtulamıyorum şarkıdan, fonda "love is a battlefield" çalıyor olsa da, yol yazarken, "yollar"ı düşünmeye karşı koyamıyorum.

yarın yine öyle bir gün, aynı şehirde olduğumuzu bilip, değilmişiz gibi davranmaya devam edeceğimiz, konuşmak isteyip aslında istemeyeceğimiz, geçmişi buruşturup, iyice küçültüp, yumruklarımızın içinde sıkacağımız bir gün.

aşk bitince ardında kalan aslında başetmesi zor olan.

onu da yaptı mı insan, en güzeli kalıyor geriye, görünmez koca bir duvar.

13 Eylül 2013 Cuma

sonbahar emareleri

toplanmayan yatak..bir haftalık giysi yığını..artık sulanmayan saksılar (çünkü çiçekler artık yoklar).daha çok dışarı çıkma isteği..ama o ağırlık..

bu sene bir farkı var sadece, 31 yaşın sihiri midir, yoksa "iyi" olmak için aylarca verdiğim mücadelenin ürünü müdür bilmiyorum, yüzüm gülüyor. sadece bazen durup, "2 sene" diyorum..

nereye ve nasıl gidiyor bu seneler, ve neden o 2 sene içinde geçsin diye kıvrandığım o zaman geçmedi?

bu da benim zamanla, mesafeyle ve içimdeki balıkla mücadelemdi belki.neticede zaman geçti, mesafe bitti, ve balık öldü.

1 haziran, 05.00 suları, fenerbahçe stadı arkası..

"gündüz vakti, her şey uzak, her şey rüya gibi
yürüyorum sokaklarda..
her bir an, her bir saat, bir umut görmek için,
görmek için seni bir daha.."

en son karşısında durduğumda, ağzımdan çıkanlara kulaklarımın inanmadığı o konuşmayı yapmamdan o yana tam 9 ay geçmiş..ve tam o akşam karşılıklı oturmuş, konuşamamışız. yüzüme bakıp bana onla olduğunu, mesafenin bahane olduğunu söyleyememiş. onu öyle aciz, duygusuz, kararsız görmek bir iyi bir kötü gelmiş.ve aradan 5 saat geçmiş...

saatlerce yürümüş, bağırmışım.yorgunum, bütün şehir ayağa kalkmış, isyan ediyoruz. ve en son aklıma gelecek şey aslında onla aynı şehirde olduğum...

derken çok uzaktan farkediyorum, yolu değiştiremem, kaçamam, görmezden gelemem...sadece şunu düşünüyorum, "sen okyanusun ortasından gel, bunca ay sonra, sabahın bu saati beni burda bul!"... beni gördüğünde yüzünde her zamanki ifade, taa ilk günküyle aynı. o ifadeyi içime gömüp, nezaketen selam verip yoluma devam ediyorum.

ve 2 gün sonra yine geliyor, artık ne saatleri sayıyorum, ne ufacık bir kıpırtı var içimde.sadece onla aynı şehirde, hatta aynı ülkede olmayı istemiyorum. günler öncesinden bir huzursuzluk..

balık öldü, haftaya bugün "black forest"ın ortasında ağaçlara sarılıyor olacağım, ve gerisi geçmiş.


10 Eylül 2013 Salı

kahrolsun bağzı şarkılar



---


"What am I supposed to say, baby
I'll be up all night to say the truth
Would you really have a stranger in your bed
Rather than let someone like me take care of you
It's no one's problem but my own
I think I always cared too much
I'm suffocating you and all
It's just the only way I know to love
Know to love


Jealousy hits me sometimes
But I don't mind, no I don't mind
Jealousy hits me sometimes
But I don't mind, no I don't mind
Cause jealousy and I
We're 2 of a kind
And she's all mine, she's all mine

You don't know owe me anything
But you got to spell it out for me
If you say things that you don't mean
Then you don't really want me
At your feet, at your feet"






29 Ağustos 2013 Perşembe

"en büyük tehlike huzurlu yerdir, mezardır orası.."

sanki bilmiyormuşum gibi, sanki 20'lerin ikinci yarısı o toprağı eşeleyerek geçmemiş gibi..

benden önce öğrenenler, arkalarına bakmadan gittiler.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

biranın bittiği, içme isteğimin bitmediği anın çelişkisi..çıkıp alamayacak kadar sarhoş, daha fazla sarhoş olmak isteyecek kadar doluyum.

sadece bir kaç gün önce, gecenin zifiri karanlığında, kendimi denize atıp, yıldızları izlediğim o mükemmel anın çok uzağındayım.ama yine de şortumdan çıkan kumlar en azından o anların gerçekten varolduğunu hatırlatıyor bana.ve şükrediyorum, kendimi yaşayabildiğim için, kısıtlı bir zaman diliminde de olsa...hayatın iş-ev ve belki biraz "sosyalleşme"den ibaret olmadığının farkında olduğum için..

ve böyle bir şeyler işte...

bir de, orada yaşanan tüm romantizmin üstüne çöken, mevsimlerdir içimde sakladığım o aşk her sabah kendini hatırlatmasa...

belki kısa bir süre sonra çok güzel bir göl kenarında yaşıyor olacağım, ve sanki o zaman ne artık başkasını seven o adam, ne de 1 günlük bir kadın için beni hayatından çıkaran eski dostun hayaleti olacak içimde...
sadece göl, ağaçlar, ve bilmediğim kaldırımlar...

en sevdiklerimden birinin az kalsın öldüğü, küçük bir kızın benim yaptığım bir binadan düşüp ucuz kurtulduğu, ve sabitlerimin bile içimi çalkaladığı günlerin şarkısıdır :




2 Mayıs 2013 Perşembe

teargas



dün ilk defa insandan korktum.belki zamanında yapmış olsaydım beni çok küçük yaşlarımda derin yaralayan, yıpratan, hala kırıntılarını temizlemeye çalıştığım o olay hiç yaşanmamış olacakken, biraz geç oldu gerçi...
dün istanbul'un, varlığını sadece gazetelerden, haberlerden bildiğim köşelerine gittim.1 mayıs sebebiyle bütün yollar kapalıydı ve ben ara sokaklardan ısrarla gitmem gereken yere varmaya çalışıyordum.bir anda kendimi ellerinde taşlar sopalar, ağızları burunları etrafta sürekli atılan biber gazlarından korunmak için sarılı kalabalık bir grubun arasından geçerken buldum kendimi..bir tanesi elinde kocaman bir taşla yolun kenarında duruyordu, gözgöze geldik..korktuğumu hissettirmek istemedim, son derece yavaş yanlarından sıyrıldım geçtim.her yerde cam kırıkları vardı..sonunda arabayı parkettim ve artık yürümem gerekti..farklı bi gezegendeymişim gibi, etrafta ya gaz maskeli polisler, ya ağızları sarılı adamlar...sonunda gideceğim yere geldim, sokağın başında kalabalık bir grup...nefretle önlerine gelen her şeyi parçalıyor, yıkıyorlar, kırıyorlardı..bu sefer yaya olarak aralarından geçmem gerekti...
günü hatrı sayılır miktarda biber gazı ziyafetiyle tamamladıktan sonra sahile gittim, bir bira iyi gelir diye...sağımda biri kız iki erkek bir arkadaş grubu oturuyordu gençten..ibo şarkıları dinleyip ellerinde baya kaliteli görünen bir fotoğraf makinesiyle etrafı çekiyorlardı, hatta biri gayet bilgili, iso'ydu, diyaframdı, yanındakine bir şeyler anlatıyordu.o müziğin farklı yerden geldiğini düşünmek istedim..hayır...sonra soluma 4-5 kişilik bir kız grubu oturdu, belki benden 3-5 yaş küçüklerdi..bakımlı, normal giyimli...denize bir şey düştüğünü duyup kafamı çevirdim, bira şişesi...kazara düştüğünü umdum...sonra bir tane daha..içlerinden biri "atma" dedi, atan da "ne olacak ya.."....bu insanlar burada oturuyor olamazlar diye düşündüm...nitekim aralarında metrobüs saatlerini konuşmaya başladılar...kalktılar, "atma" diyen arkadaşlarının "bırak" ısrarlarına rağmen içtiği bira şişesini aldı, ve gittiler.sonra etrafıma baktım..her yer bırakılmış torbalar, bira şişleriyle doluydu...en uzak çöp ise belki 20 metre uzaklıkta...

insanları bu hale ne getiriyor? bu kadar nefreti besleyen şey sadece yanlış politikalar olabilir mi? bu insanlar kendileriyle nasıl yaşıyorlar?

geceyi, yatağımda, ilk üretilen plastiğin hala doğada olduğunu düşünerek sonlandırdım.

insanlıktan gerçekten umudum yok..

1 Ocak 2013 Salı

sayılar yıllar falan...

bir yerden sonra sadece hayatta kalanlara şükretmekten ibaret mi oluyor yeni yıl mutluluğu...

bir de bekle...bekle dur...o en özlediğin ses arar mı diye..ve bu beklentiyle yüzünü buruşturmuş bir kenarda telefonuna bakarken annen gelsin, "neden arasın ki, sevgili değilsiniz, arkadaş değilsiniz" desin...en arkadaş, en sevgili olmak istediğin insanla tek iletişiminin aptal bir anlık mesajlaşma programında en son hangi saatte çevrimiçi olduğuna bakmaktan ibaret olduğunu varsayarsak, hakkaten, neymiş ki bu yeni yıl?

2012 hayatımın en şerefsiz yılıydı, gösterip de vermeyeniydi, hatta belki verip de geri alandı...

2012 hayatımda en güzel girdiğim seneydi, en eksiksiz...

beklediğim herşey 2012'de kaldı.

2013'ten tek bir umudum varsa, o da, şu modda olmama rağmen 6 saat aralıksız gülmemdendir.



yeni yıl sana, beklediğin, istediğin, ihtiyacın olan her şeyi getirsin...


bana da...